Kadim Değerler ve Bilgeler


 “İlim Çin’de bile olsa arayınız!”  Hidayet önderimiz neden Çin’i işaret ediyordu bu hadiste? Müslümanların ilim yolculuğunun zor ve meşakkatli, deve kervanlarıyla aylarca süren yorucu yolculuklara neden teşvik ediyordu? Kendisinden sonra gelişecek ve tüm dünyaya yayılacak bir dinin kutlu elçisi olarak İslam Dünyasında yeterli ilim olmayacak mıydı ki bu tavsiyeyi bize yaptı? Oysaki İslam tarihinde Emeviler, Abbasiler ve akabinde Türk- İslam Devletleri çağının başladığı dönemlerde İslamiyet oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış, müntesipleri artmıştı. Abbasiler döneminde kurulan Beyt’ül Hikme denilen ilim evlerinde dönemin en gelişmiş bilimsel çalışmaları yürütülüyor ve tüm dünyaya oradan yayılıyordu.  Avrupa Rönesans’ının temelinde de İslam dünyasındaki bu bilimsel çaba vardı. Latinceden Arapçaya çevrilen eserler gün gelmiş Avrupa’nın gündemine girmiş ve aydınlanmalarını bu sayede gerçekleştirebilmişlerdi. Elbette ki Resulullah(sav) bu tavsiyeyi buyururken gelişen ve değişen dünyada değişmeyecek bir olguyu daha vurguluyordu kanaatimce: İnsan için ilim yolculuğunun son sınırı yoktur. 

İnsan gelmiş geçmiş tüm çağların bilim adamlarından, alimlerin eserlerinden yararlanmalı ve istifade etmeliydi. Hangi coğrafyada olursa olsun bilge insanların öğretileri çok değerlidir ve onların eserleri insanlığın medeniyete katkısını arttıran bir unsurdu. Kadim çağlardan itibaren nice insanlar toplumları içinde ilimle, dini ve ahlaki felsefelerle uğraşmışlar ve yol göstermişlerdi. Rabbimizin Kelam-ı Kadim’inde bildirdiği üzere, bugün elimizde yazılı bir belge olmasa bile ilahi kitabımızın şahitliğiyle sabittir ki o insanlar toplumlarına elçi olarak gönderilmiş kişilerden bile olabilirler. Doğrusunu yine Rabbim bilir, eserlerini okuduğumuzda birbirini destekleyen benzer öğretiler, insanlığın ortak değerlerini gözler önüne serer. 

Sonra neden Çin dedim? İnsanlığa 2500 yıldan beri öğretmenlik yapan, öğretileriyle yol gösteren bir bilgeyle karşılaştım Çin’de. Konfüçyüs.   M.Ö 551- 479’da Shangtung’da doğmuştu bu bilge adam. Chou Hanedanı döneminde  ve İsa’dan yaklaşık beş yüz yıl önce yaşamıştı. Yetimdi ve annesi onu mütevazi şartlarda büyütmüştü. 

Ambar bekçiliği, kamu arazisi yöneticisi olarak çalışmıştı. Ancak asıl isteği Chou Hanedanı’nın ilk zamanlarına özgü “Ahlaki değerleri” yaymak ve daha önceki krallar olan Wen ile Wu’nun ülkülerini canlandırmaktı. Lu kenti işgal altındaydı ve öğretilerini yayacak bir kamu görevine atanamamıştı. Fakat o toplumsal vazifesinin farkındaydı. Şartlara teslim olmamış kendine yeni bir yol bulmuştu. Konfüçyüs küçük bir öğrenci ve izleyici topluluğu eşliğinde saraylara, yöneticilere hizmetini sunarak “Gezici öğreticilik” yapmaya başladı. Bilgi ve ahlaksal erdem arayışına tutkuyla inanan, tüm yaşamı boyunca dürüstlüğünü koruyan, kendini sadece öğrenmeye ve öğretmeye adayan biri olmuştu.

Konfüçyüs’ün düşüncelerini Batı dünyasına tanıtan 1583’te Pekin’e yerleşmiş olan Cizvit misyonerler olmuştur.  Yine Çince ismi olan Kung fu Tzu adını Latinceleştirenler de Cizvitler’di. 

Öğretisinin özellikle vurguladığı değerlere baktığımızda Kadim İlahi dinlerle ortak noktalarının çokluğu göze çarpar. Konfüçyüs felsefesinin temeli; Ahlak ile siyaset felsefesinin ağırlıkta olduğu bir felsefedir. Ona göre dünya hep devinim içinde olsa da “Gök ile yerin” birbirini dengeleyen güçler ve ortak varoluşlarının uyumlu olduğuna inanmaya dayanıyor. 

Konfüçyüs’e göre insan, bu doğal koşullara tabidir ve evreni örnek alıp ona benzemeye çalışması gerekir. Onun uyumlu yaşam öğüdü, sessiz sakin bir yaşam adına tutkularla duyguları bastırmak anlamına gelmiyordu. Denge ve uyum arasında önemli bir fark görür.

Denge,  “Zevk, kızgınlık, keder, neşe, coşup taşma duygularına” kapılmamak olduğunu; uyumun ise “Bu duyguların tam zamanında ortaya çıkması” olduğunu söyler. Örneğin onun döneminde Çin krallarının “Tanrı’nın vekili” olduklarına dair yerleşmiş bir inanış vardı. Eğer kral, bu vekilliği yürütürken yani yönetirken barışı ve uyumu sürdürmeyi hedeflemezse bu vekalet elinden alınır. 

Uyum, bütünlük ve denge Çin düşüncesinin içgüdüsel kabulleri olmuştur. Konfüçyüsçülük kadar Taoculuk, Budacılık da Çin kültürün bir parçası olmalarına rağmen aralarında hemen hiç çatışma veya rekabetin olmamasını açıklayan bir durumdur bu. Böylece sanki “Üç din tek dindir” anlayışını ortaya çıkarmıştır. Her biri diğerinin tamamlayıcısı gibidir. Mesela bu karma din anlayışında, Taoculuk ve Budacılık gizemcilik, tinsellik boyutlarını sağlamış, Konfüçyüsçülük ise kamu yaşamı ile devlet yönetiminde esin kaynağı olan öğretileri sağlamıştır. Gelelim Konfüçyüs’ün öğretilerine.

Ona göre eğitim “Ahlak Bilgisi” edinmektir. Bu bilgi belirli eylemlerle tutumların iyi olduğunu söylemekle kalmaz, aynı zamanda iyi olmakla ve iyiyi yapmakla edinilen bir bilgidir. Kişi hocasını örnek alarak öğrenir, başkalarına da örnek olarak öğretir. Böyle bir eğitimin erken yaşlarda başlayıp, yaşam boyu sürmesi gerektiğini de söyler. Yani ahlaki davranış hayatın her yönünde insana uyumlu dengeli davranışlarda bulunma imkânı sağlar. Ahlaksal “İyilik” kavramı merkezi bir öğretidir onda. Merkezde “Jen” yani iyilikseverlik, insan sevgisi düşüncesi vardır. Konuşmalar adlı eserinde iyilikseverlik hakkında şöyle der; “Eğer gerçekten dilersek, olur!” Jen “Efendi” ya da “üst insan” dediği kimselerin biricik vasfıdır.  İyilikseverliğin yolu ise; Örnek eylemlere ulaşmak için insana kılavuzluk etmek için düzenlenen “kurallar” ya da “İlkeler bütününe” uymaktır. 

Konfüçyüs’e göre gerçek iyilikseverlik ya da insancıllığın “gönül ile zihnin” dışta görünen davranışlarla tutarlılık göstermeliydi. Yani İslam düşüncesindeki “İçin ve dışın bir olması” bir anlamda münafık (iki yüzlü) olmamak. Ya da Hz. Ömer’ e atfedilen bir sözde belirtilen; “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!”  

Konfüçyüs der ki; “Öğrenme sevdası olmaksızın iyilikseverlik sevdasına düşmek insanı aptal eder. İyi niyetli olmak yetmez. Öğrenme sevdası, insanda olması gereken kavrayış biçiminin edinilmesindeki temel öğedir. Bilgi ile öğrenme ahlaksal kavrayışı geliştirmeye yardımcı olur. Böylece kişi, cömertliğini, nasıl gerçek bir iyiliğe göre yönlendireceğini bilebilir.”

Yine der ki; “Bilgi ve öğrenme deneyimi; kişinin yaşamında nelerin değiştirilemez olduğunu görmesine, bunları da çabayla değiştirilebilir olandan ayırmasına yardım eder.” Israrla der ki;

“Yazgı anlaşılmadıkça iyiliksever olmak da olanaklı değildir.” Yazgı değişmezleri yönetir. Yani yaşam süresi, ölümlülük gibi şeylerle ilişkilidir. Değişmez zorunluluklar hakkında düşünmek, kişinin bunları değiştirmeye çalışmasının boşuna olduğunu kabul etmesini sağlar. Aynı zamanda insanın, çabayla geliştirilebilir olanla yani ahlaki yetileriyle, ahlak anlayışıyla uğraşmaya yönelmenin daha iyi olacağının ayrımına varmasını sağlar.

Ona göre “En iyi insan, bilge insandır.” Bu sözünde bir ayeti gördüm. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Bilen insanların kıymetini fevkalade anlamış görünmüyor mu sizce de? İlginç olan ise kendini bilge olarak görmez. Çünkü pek az insanın bilge olmayı başardığını düşünür. Burada da onun mütevaziliği göze çarpıyor. Seçmeler adlı eserinde artık bilge bir kimseye rast gelmekten umudunu kestiğini söyler.  Efendi, bilgeden sonra gelir. Efendi dediği yöneticilerin “Dünya işlerinde ahlaki olanın tarafını tutandır.” Der. Yönetici efendilere ise şöyle seslenir; “Eğer siz iyiyi isterseniz, insanlar da iyi olur.”

Ayrıca “Efendinin doğasının yel, halktan insanın doğasının ise ot gibi olduğunu; yel estikçe otların hep eğildiğini” söyler. Bundan dolayı yönetimin daima yetkilerini toplum için iyilikseverlikte kullanan bir yönetici topluluğun elinde olduğunu savunur.  Yine de insanların doğuştan eşit olduğuna inanırdı. Eğitime ilişkin tüm görüşlerinin altında yatan ve yüz yıllardır Çin eğitim sistemini etkileyen onun bu inancıydı. 

Öğretisinin “Konuşmalar” adlı bölümünde “Adların düzeltilmesi” başlıklı bir bab bulunur ki çok ilginç geldi bana. Bir nevi içi boşaltılmış kavramları gerçek anlamıyla doldurmaya çalışır gibidir.

  Kendi döneminde “Efendi” denilen kimselerin eskiden öngörülmüş” Efendilik” betimlemesine göre davranmadığı için kaygılanır, üzülürdü. “İnsancıllığını terk etmiş efendi, bu adı nasıl taşıyabilir?” Diye sorar.

“Yönetmenin doğru davranan kişiler için kolay bir iş olduğunu; böylece prensesin prenses, bakanın bakan, babanın baba, oğulun oğul” olacağını söyler. Herkese hakkettiği makam ve yetkileri verir gibi görünüyor.

Konfüçyüs; Geçmişin, ataların yüceltilmesi, töremlere (kanunlara) gösterilen ilgi, evlatlık görevi ile baba- oğul ilişkisi, aile bağları, büyüklere saygı, adetlere, uzlaşım ve törenlere değer vermeye, ılımlılığın, sakinimin, ölçülü bir alçakgönüllülüğün ahlaksal önemini vurgular.  Onun bu düşüncelerinin benzeri düşünceler kendisiyle yakın zamanlarda Antik Yunan’da yaşamış bazı bilginlerde de görülür. Örneğin;

Anaximenes, Pythagoras, Heraklitos ve Sokrates’te de aynen Konfüçyüs’te olduğu gibi alçakgönüllü bir kişilik, bilgelik ve kendini öğrenmeye adayış özelliği bulunurdu. Demek ki bu durum bilgelerin ortak bir noktasıdır.

Konfüçyüs, karşısında düşüncesizce konuşan birine “Efendi olanın bilgisiz olduğu konuda hiçbir görüş bildirmemesi beklenir.” demiş ve şöyle devam etmişti: “Sana bilmenin ne olduğunu söyleyeyim mi? Bildiğin zaman bildiğini, bilmediğinde de bilmediğini söylemek. İşte bilgi budur!”

Burada da bir ayet düştü zihnime; “Neden bilmediğiniz şeyleri söylersiniz?” ilahi ikazı…

Konfüçyüsçülük, Çin kültüründeki ana akışın bir parçası olarak varlığını günümüze kadar sürdürdü. O, 2500 yıldan beri öğretmenliğini, hocalığını sürdüren bir bilgedir. Çin eğitiminin Konfüçyüsçü temel yapıtlara dayanmasından dolayı halka yayıldı. Değişken bir ülkede milyonlarca insanı birleştirdi. Hem kişisel hem de kamusal amaçlar sunduğu ve kişi ile kamu(devlet) arasında “net bir halka” oluşturabildiği için ayakta kalan bir öğreti oldu.   

Seçme sözlerine baktığımızda tüm kadim öğretilerle ortak yanlarını bulabiliyoruz. İşte birkaçı;

“Doğa eğitimin önüne geçerse bir dağ adamı yetiştirmiş olursunuz. Eğer eğitim doğanın önüne geçerse kâtip yetiştirmiş olursunuz. Doğa ve eğitimi doğru harmanlayabilirseniz ancak o zaman “üstün” özellikleri olan insanlar yetiştirebilirsiniz.”

“Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir.”

“Düşünmeden öğrenmek faydasızdır. Öğrenmeden düşünmek ise tehlikeli…”

“Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak.”

“Ey Allah’ım! Senden başka hiçbir şeyi olmayan ben, senden başka her şeyi olanlara acırım.”

“Bildiğini bilenin arkasından gidiniz; bildiğini bilmeyeni uyandırınız, Bilmediğini bilene öğretiniz; Bilmediğini bilmeyenden kaçınız!” 

“Erdemli kişi, ne kadar zor olursa olsun hizmeti öne koyar. Ondan ne fayda temin edileceği ise daha sonra düşünülecek bir meseledir.” 

Resulullah’ın bir hadisini hatırladım şimdi; “Toplumun efendisi (lideri) en çok hizmet edenidir.”  Hadis-i Şerifi anlattığı Müslüman lider, çalışan, üreten, başkalarına yardım ve faydası dokunan, hizmet eden insandır. İnsanın değeri de bunlarla ölçülür.

“Adalet, Kutup yıldızı gibi merkezdedir. Diğer her şey etrafında döner.”

“Kâmil (olgun) insan, kişisel olarak ciddi, büyüklere hizmet ederken saygıyı elden bırakmayan, halka karşı çok nazik olan ve onları yönetirken adaletli davranan kişidir.” 

 Yine bir ayette geçen “Ana- babanız yakınlarınız ve sevdiklerinizin aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutan şahitler olunuz!” ilahi emri, evrensel bir emir ve yasadır.

“Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan sık sık pişman olurum.” 

Söz ve öğretilerinin bir kısmını aldığım Konfüçyüs’ün tüm dinlerdeki ilkelerle benzer öğretiler taşıdığını görmemek mümkün değil. Bu şu demektir ki; insanlık, ilahi öğretileri sürdüren bilgelerin ışığında yürüdükçe medeniyetler ortaya çıkarmıştır. Dünyanın bir ucu sayılan Uzak Doğu’da da Konfüçyüs namlı bir bilge gelip geçmiş fakat öğretileri hâlâ toplumlara öğretmeye devam ediyor. İnsan yeter ki doğrulara talip olsun. Her bir öğretide gerçekliğin bir parçasına vakıf olacaktır. Nitekim bir kutsi hadiste Resulümüz şöyle buyurmuştur; “124 bin peygamber gelmiştir. Hatem’ül enbiya benim!” 

Her ne kadar onun bir peygamber olduğunu söyleyen kesin belgelerimiz yoksa da biz de bunu iddia etmiyorsak da doğrusunu Allah bilir deriz.  Çünkü söyledikleri ile eylemleri birbiriyle uyumlu bir bilge kişi olduğu ortadadır. Demek ki insanlık tarihinde gelip geçmiş her bilgeden istifade edebiliriz. Medeniyetler de zaten insanlığın ortak birikimidir. O halde insani ve ahlaki değerlerin aynı zamanda İslami değerler olduğunu unutmamak gerekir. Selamette kalın vesselam…