Romanlarımızı Yazmalıyız!


        Tarihe tanıklığım babından…
Herkesin birilerine anlatmak isteyeceği, içini dökmeye hevesleneceği anıları, hüzünleri, beklentileri, hayalleri olabilir. Olmalıdır da… İnsan umut etmelidir ki, istediğine kavuşabilmenin mücadelesini, kavgasını verebilsin. Yoksa yaşamak sadece mecburi bir tutsaklık gibi algılanmaz mı? Bunun için yazmalıyız diyorum. En çok da biz tesettürleri dolayısıyla akıl almaz haksızlık, ayrımcılık ve dayatmalara uğrayan mümin hanımlar yazmalıdır. 
Öyle karanlık günlerden geçmişiz ki,  geçen giden tarih şeridi iyi anlaşılmadan bugünü de anlamamız muhal olacaktır. Ne badireler atlattık (hâlâ da atlatıyoruz), her an bir faili meçhul cinayet gibi ayrımcılığın katline uğrama ihtimalimiz var. Buna rağmen umutlarımız tüm karanlık planlara rağmen gittikçe gürleşen bir alev yumağı gibi yanmaya devam ediyor. Umutsuz olsaydık bu günlere de gelemezdik. Bizdeki umut hiç bitmeyen bir kaynaktan geldiği için bu konuda müsterihiz. 
Ancak sorunlar sadece umut etmekle çözülür mü? Birilerinin çözümün bir parçası olması gerekmez mi? Elbette… Bu konuda somut adımlar atmayı kelli felli siyasetçilerimiz ile onları seçecek olan halkımızın inisiyatifine bir an için bırakalım. Sorunlarımızın bitmesi, adil ve yaşanılır bir hayatın neşvesine kavuşabilmek için biz hanımlar daha başka ne yapmalıyız acaba? Elimiz böğrümüzde kös kös oturalım mı? Son hızla devam eden zulümlerin bu şekilde ortadan kaldırılacağının teminatını verin bunu da yapalım… Ama değil… İşte bu hiç değil?
Yazmalıyız! Evet, yazmalıyız! Hem de tükenmeyen bir direnişle… Haksızlığa payanda olmamak, haklının gür sesi olabilmek için yapılan zulümler zalime kâr kalmasın için yazmalıyız. Yazmalıyız ki maskeler düşsün. Yazmalıyız ki aydınlık ufuklar belirsin. Yaşanan zulümler anlatılmadan, hesabı sorulmadan öte dünyaya gidersek, sırf bu yüzden de hesaba çekilmekten korkarım. Daha bizim romanlarımız yazılmadı. Daha katledilen umut dolu yüreklerin haykırışları satırlarda yankılanmadı. Daha başörtüsü mağdurlarının son sözü dinlenmedi. Daha kelimeler nasıl kan ağlarmış şahit olunmadı! 
Bir yerde hareket varsa hayat var demektir, umut var demektir. Bu hareketi boğmaya çalışan karanlık güçlerin uzantıları elbette aydınlığın ufukları kaplamasını istemeyecektir. Ellerindeki imkânları umudun yitmesi, toplumun köle bilincine uğratılması için sarf edeceklerdir. Hür bir irade ve cesur yürekleri, istenmeyen adam (persona non grata) olarak kabul edip gördükleri yerde böcek gibi ezmek isteyeceklerdir. 
Haksız olanın bu pervasız saldırganlığına haklı olanların nasıl karşı koyacağı önemlidir. Sinip köşeye çekilmek iman sahipleri için düşünülemez. Tek bir yol vardır direnmek… Tarih boyunca direniş gösteren tüm kesimlere baktığımızda ortak noktalarının en önce iman etmiş olmaları, sonra da iman ettikleri hakikat uğruna her türlü eziyeti ve meşakkati göze almaları olduğunu görürüz. Bununla da kalmamış gelecek nesillerin yapılan zulümlerden bihaber kalmaması için canhıraş bir çabayla eserler bırakmışlardır. Kimileri kanlarıyla, kimileri direnişleriyle, kimileri kitaplarıyla ortaya koymuşlardır muhalif duruşlarını… 
Günümüz mümine kadınlarının verdiği tesettür mücadelesi basit bir mücadele midir? Allah’ın tek bir ayetine topyekûn saldırıda bulunan şer güçlerin göğüs göğüse çarpışmalarında tek muhatapları mütesettir kadınlar olmuştur. Şimdi diyeceksiniz ki bu mücadele öyle uzun bir süreçten gelen bir mücadele değildir! Bu iddianın havada asılı kalmaktan başka bir değeri yoktur! Küfür ve destekçilerinin güçlü olduğu, müminlerin ise derin bir imtihanla, çetin badireler atlattığı yenilgi dönemlerinde mümine kadınların başörtüsü her defasında küfrün saldırılarından payını fazlasıyla almıştır. Her defasında da müminler sadece tek bir ayetin değil ilahi mesajın tümünü korumakla sorumlu olduklarının bilinciyle bu saldırıları püskürtmüşlerdir. Verilen mücadele tek bir ayetle sınırlı değildi çünkü! Tek bir ayetin üzerinden tüm ilahi kelamın hedefe konduğunu biliyorlardı. 
Küfür bilinçli olmasa da içten hissettiği kadarıyla biliyor ki, ha bir ayetin ortadan kalkması, ha tüm mesajın ortadan kalkması yıkıcılık anlamında aynı kapıya çıkıyordu!  Bir ayetin kaldırılması demek diğer ayetlerin de ortadan kaldırılmasının teminatı olacağını biliyorlardı… Bir başlasındı, her şey çorap söküğü gibi gelecekti planlarına göre… Yüzyıllardır bu menfur amaçlarını yaşatmaya ve gereğini yapmaya çabalıyorlar! Bilmiyorlar ki tüm Kur’an mesajı ilahi koruma altındadır! Değil bir ayet tek bir harekesinin bile değiştirilemez olduğunu hâlâ idrak etmekten uzaktalar…
 İslam’ın aziz emirlerini canlarından değerli bilen mümin ve mümineler tarih boyunca siper olmuşlardır bu saldırılara… Hak tanımaz tecavüzlere karşı mücadeleden yılmamış, bir an bile geri kalmamış, gaflete düşmemişlerdir. Benu Kaynuka çarşısında tesettürüne saldırılarak alaya alınan Müslüman bir kadının savunması için cihat ilan edilmiş ve Yahudiler için sonun başlangıcı olmuştu. Uzun sürmedi, bir zaman sonra bu tecavüzün karşılığı tüm Arabistan yarımadasından Yahudi varlığının bitirilmesi ile verilmişti. 
İslam tarihinden şöyle veya böyle haberdar olanlar tüm Tevhid mücadelesini ana hatlarından kavramış sayılır. Sayısız örnekliklere bir de bu yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren verilmeye başlandı. Türkiye özelinde Osmanlının yıkılmasıyla mütesettir kadınlara karşı saldırılar ayyuka çıktı. Tek dayanakları da muasır medeniyet seviyesine çıkma terennümleriydi. Kıble batı olunca batıl değerler yüceltilmeye ilahi değerler ise aşağılanmaya başlandı. Uzun söze gerek yok. Hala imtihanın çetrefilleştiği hiçbir umut ışığının kalmadığı demleri yaşıyoruz. Bu çıkmaz sokak gibi girilen labirentten ancak kelime kelime örülmüş, kılcal damar gibi toplumun hayatına sinmiş hakikatleri yaşatmak ve yaşatılan bu hakikatlerin korunması için verilen benzersiz mücadelenin yeni yetişmekte olan nesillere anlatmak, genç dimağları aydınlatmak gerekmektedir. Kalemle yazılanların şahitliğinin artması gerekmektedir. 
Çünkü onlar bu acımasız dayatmanın olduğu bir ortamda dünyaya gözlerini açtıkları için bu yasakların tabii olduğunu zannedebilirler. Bu kötü zan ile beraber mücadeleyi devralacak nesillerin sonu gelebilir. İşte böyle bir sonuç tüm Müslümanların mevcut sistemlere yamanmasına, benliklerini kaybetmelerine, öze dönüşlerinin güçleşmesine neden olabilir. En azından İslam davasının gelişmesini bir süre daha geriletebilir!
Bu yüzden işte, mümine kadınlar tarihin yaşanmış acılarını, yasakların kan içici bir vampir gibi zulme doymadığını, bu kısır döngünün kırılmasının tek yolunun mücadele, mücadele ve yine mücadele olduğunu yeni nesillere yazarak anlatmaları ve aktarmaları gerekmektedir. Mücadelenin edebi boyutunu ihmal ettiğimiz yeterdi artık! Kadınlarımız edebiyatın da anası olmalıdırlar. Bu konudaki suskunluğumuz, ancak zalimlerin cesareti arttırmaya yarar.
Müslüman kadınların yazının kalıcılığına inanmaları gerekiyor. Değil mi ki Rabbimiz kaleme ve satır satır yazılanlara yemin ediyor! Yazmak gibi ulvi bir sorumluluğu üstlenenler Allah’ın şahitliğini garantilemiş olmaktadırlar. Yazılanların ve yazılacakların haklılığına ise zaten şüphe yok! Daha edebiyatın mahsulü olacak yazılmayanlar romanlarımız var. Gizemli ve deruni bir girdaptan çıkarır gibi çıkarmalıyız gün ışığına onları… Bizi derinden üzüntülere boğan acılarımızın, sesimizi işittirememenin korkunç bir baskısı var yüreklerimizde… Bu onulmaz baskıyı yüreklerimizin üzerinden kaldırıp, yüreklerin ab- ı hayatını kurutan bu cendereden kurtulmalıyız. Mücadelenin adsız sessiz tanıkları ve mazlum kurbanlarının ise haddi hesabı yok… Kısılan seslerin avazı duyulmalı artık! 
Tüm bunlar tarihin derinliklerine gömülemeyecek kadar diri ve yürek burkucu… Hem tarihin hakikatlerin gömülmesini kabul edeceğini kim iddia edebilir? Bu güne kadar hangi haksızlığı sümen altı etti tarih? Ya da hangi zulmün saklı kalmasına ses çıkarmadı?
Tarih bir şahit olarak üzerine düşeni aslında en mükemmel bir şekilde yerine getiriyor. Yüzyıllar sonra bile olsa nice hakikatleri gün yüzüne çıkarmış, saklı kalmasına razı olmamıştır. O halde kalıcı bir eser bırakmak mücadelenin künhüne varmış her mümine yazma sorumluluğunu da getiriyor. İşte bu yüzden hanımlarımız mücadelelerinin bir de romanlarını yazmalı diyorum. Pek tanınmamış ve hakkını veremediğimiz bir feylesofumuz olan Oruç Aruoba’nın dediğini diyorum ben de.  “Bir yazar önce kapısının önünü anlatmalı, en iyi bildiğini en iyi tanıdığını…”
Böylece karanlığın hüküm ferma etmesinin sonu gelebilir, aydınlık ufuklara hasret nesillerin umutları son hızla canlandırıla bilinir. Karanlığın kesifliğinden kendilerine yaşama alanı üretenler de varsın yarasa olarak kalmaya devam etsinler.