İnsan Denen Meçhul


Fakülte yıllarında Alexis Carrell’ın “İnsan Denen Meçhul” kitabını Ali Şeriati’nin çevirisi ile okumuştum. Fazlasıyla etkilenmiş ve çok beğenmiştim. Bir kitaba isim olsa da, insan meçhul bir varlık değildir aslında. Evet, insan denen mahluk hakkında çok şeyler yazıldı çizildi. Halen hakkında yazılmaya devam ediliyor ve gelecekte de edilecek. Sanki karşımızda çözülemeyen bir muamma varmış gibi... Oysaki insanı, onu yaratanın verdiği bilgiler ışığında tanımayı başarabiliriz. Yaratan ve terbiye eden Allah’ın verdiği bilgiler ışığında insan tanınmaya çalışılırsa ortada anlaşılmayacak bir nokta kalmayacaktır.

İnsan iyiyi ve kötüyü seçme kabiliyeti ve gücü olan bir varlıktır. Bundan dolayı iradesiz varlıklar üzerinde tahakküm kurabilmektedir. Yaratılan mahlukat içinde akıl, irade ve vicdan verilerek sorumlu tutulan bir varlık. Bundan dolayı eşref-i mahlukat denilmiştir.  İnsan, temyiz( ayırt etme, seçme) ve nutuk (konuşabilme) yetileriyle hayvanattan ayrılmış, Rabbin rahmet nazarlarına muhatap olmuş, takvası kadar fısk-ı fücuru da ilham edilmiştir. Yüreği hak- batıl savaşının mekanı. Kim bu savaşımı kazanırsa yüreğe sahip oluyor, hakimiyetini kuruyor. Ondan sonra bir japon meselinde geçen misal gibi insan, hangi tarafını besleyip güçlendirirse o tarafı semirir. Bu seçime göre de yapıp ettiklerini ortaya koymaya başlar. 
İnsan, daha üzerinden tanımlanamayacak kadar uzun bir süre geçtiği halde bilinmeyen, adı konulmayan bir varlık iken (İnsan suresi- 1. ayet) birden bire ilahi lütuflara muhatap oluyor, Rabbinin hikmet, kudret ve rahmet nazarlarıyla varlık alemine teşrif ediyor,eşrefi mahlukat oluyor.

Ayetlerde “yaratılanların bir çoğundan üstün” vasıfta yaratılan insan, mümkünat aleminin üyesidir.  Rabbinin techiz ettiği bu etkin ve aynı zamanda edilgen varlığın maddi, manevi, fiziksel, beyinsel özellikleri hâlâ tam manasıyla keşfedilebilmiş değildir. Her şeyiyle sınırlı bir varlık olmasına rağmen, henüz Rabbin donattığı tüm güçleri ve ulaşabileceği en son sınırlar bile biliniyor değildir. Bu yönüyle meçhul duruyor insan evet. Ve lakin keşfedildikçe imkanlar dünyasındaki hakimiyeti de artıyor insanın. Beyninin fonksiyonları, vücudundaki ince mekanizmalar çözüldükçe, katmanlı bir yapının yeni katmanlara ulaşılıyor olsa da insan Rabbinin betimlemesiyle tanınmalı, anlaşılmalı, ona göre terbiyesi tamamlanmalı. Aksi takdirde varlıklar içinde en şerefli iken en şerli (kötü) ve hatta hayvanlardan daha aşağı seviyeye de düşme tehlikesi içindedir.       
Allah kötülüğün yapılmasını arzulamadığı halde, kulları kötülüğü yapmaya giriştiğinde şerri halkeder(yaratır). İnsan suresi- 3. “ Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.” Ancak Rabbimiz kötülüğü murad etmez. Hatta kulları özellikle iyiliğe yönelsinler diye ayetlerinde verdiği örneklemelerle onları ikna etmeye çalışır. İyiliğin sadece onurlu ve şerefli bir dünya hayatı için değil, dünya sonrası hayatı için de insana kazandıracaklarını uzun uzun tafsilatlı bir şekilde yer verir. Rabbimiz el- Ber’dir. Yani iyiliği kendine meslek edinen, kullarının iyiliğini isteyen, acıyan, merhametle yargılayan bir Rabdir. 

İnsan aynı zamanda en nankör en zalim mahluktur. Yaratılmış mahlukat içinde yaratılış gayesi dışına çıkan hiçbir yaratık mevcut değilken, insan yaratılış gayesini unutan, savsaklayan, bunca ilahi lütufla nimetlendirildiği halde  verdiği sözden dönen bir yaratık. İnsanı insan yapan özelliklerini besleyip geliştirmediğinde ise insan suretinde bir cani olup çıkabilmektedir. İşte böyleleri Allah’ın lütfettiği, doğru yoldan çark etmekte ve ebedi hüsrana uğrayabilmektedir.  

Şems suresi- 7-8. ayetinde bildirildiği gibi insana hem takvası ( yani yaratılış amacına uygun davranması) hem fücuru ( yani ahlaki zaaflara meyletmesi) verilmiş ve Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle donatıldığı vurgulanıyor. Rabbimiz, benliğini günahtan ve ahlaki zaaflardan kurtarıp arındıran kullarını mutlaka ödüllendireceğini, nefsini günahla karartanın ise ebedi hüsrana uğrayacağını birçok ayette defaatle bildiriyor. İnsanın yüreği, iyi ile kötünün mücadele ettiği bir saha. İnsan, yapacağı mücadelede hem ruhi mertebelere yükselebilme, hem de açık ahlaki zaaflara düşebilme özelliğini bünyesinde aynı ölçüde barındırmaktadır. İnsan tabiatının en temel özelliği, en derununda  hem iyi ve doğru davranabilme, hem de yanlışa meyledip kötülük işleyebilme yetisine sahip olduğunu apaçık biliyor olmasıdır. İnsanı değerli ve şerefli kılan ise, bu mücadelede hakka yönelebilme, tüm ayartıcı güdülerine rağmen doğruyu, iyiyi ve güzeli seçebilmesi ve bunda sebat edebilmesidir. İnsan mücadelenin farkında olduğu sürece bilinçli seçimler yapabilir. Dünyayı, hayatı ve ölümü, verilen mühleti ve imtihanlarının hakkını vererek yaşayabilir. İnsan bünyesindeki bu çift kutuplu yapısına rağmen bahşedilen donanımları ile pekala ebedi kurtuluşu hak edecek bir özge hayat yaşayabilir. 

İnsan, unutandır bir de. En başta kendisini yaratan Rabbini unutur sonra kendi gerçeğini. Kendini unutan ve yerini bilmeyen bir insan, insana yakışır bir hayat yaşamaktan uzaklaşır. Nefsinin kötülüğü sevdirmesi ve meyletmesiyle kötülüğü kutsayacak raddeye gelebilir. Bu nokta ebedi düşmanı şeytanı sevindirdiği, kendine güldürdüğü en acınası noktadır. Fakat gelin görün ki şeytansı bir meyil ve kötülükle harmanlanmış bu süfli hayatı sever halde, geçici dünyada kazanır gibi de görünür. Ancak ebedi hayatın mutlak kaybedeni olur. Allah korusun.
    
  İnsana dair ne söylense azdır. Bunu hak ediyor nitekim. Çünkü insan küçük alem ve yeryüzünün halifesidir. Dünya ve içindeki tüm mahlukat kendisine emanet verilmiştir. Emanete riayet edebileceği gibi ihanet de edebilir. Fakat insan, aynı zamanda umut da vadediyor. İnsanın canı çıkmadan imkanları tükenmez. 
İnsan, sorumluluk aldığı kadarıyla dünyada hak sahibidir. Zira yeryüzü onun imtihan alanı. Halife olarak insan, mamur etmek, medeniyet kurmak ve Allah’ın lütfu olan donanımlarını tekamül ettirmede cehd göstemek için memur kılınmış bir varlık. Bu yüzden sorumluluklarını yüklenmesi ve şikayet etmeksizin hakkıyla yapmaya çabalaması hayatını anlamlı kılar. Bu yönüyle insan evrenin tasavvur edilemeyen azametini kavrayabilir, nüfuz edebilir. Hatta denebilir ki insan, Allah’ın yaratıcı gücünün etkili bir kanıtı olarak dünyadadır. 

İnsandan istenen kutsal görev çabadır. Kulluğunun gereği olarak durmaksızın çabalaması. Sonuçta kulluğunun farkında olup da harekete geçen ve sorumluluklarını ihmal etmeyenlerin ahiretteki karşılıkları, İnsan suresi 22. ayette bildirildiği gibi olacaktır: "Bunlar sizin ödülünüzdür, çabanız boşa gitmemiştir." Rabbimiz verdiği vaadleri tutan bir Rabdir. Şüphesiz kendisi kullarına verdiği sözü tutacağının teminatını ilahi kelamıyla bildirdiğine göre kullarından da Kalu Bela da kendisine verdiği sözü tutmalarını istemektedir. 

İnsan, Allah’ın kendisini tanıttığı gibi ilahi kelamından tanıdıkça, bildikçe ve sevdikçe Rabbine de yakınlaşacaktır. Bu anlamda insan da hayat da meçhul olmaktan çıkacak ayan beyan aşikar olacaktır. Allah’ın kendisini yürüttüğü yolda daha üst mertebede ruhi bir olgunluğa ve üstün bir hayata geçmesini istediğini anlayacaktır. Anladığı anda anlamlı bir hayatı yaşamanın mümtaz sevincine de kavuşacaktır. İşte o zaman insan, kendisine kıymet veren Rabbini yüceltmekten daha önemli başka bir görevi olmadığını idrak etmiş olur. Bu yüksek idrake varanlardan olmak dileğiyle sağlıcakla kalın...