Kovboyun Adaleti


Dünyaya nizam vermeye çalışan kovboy, yine kemendini eline almış Türkiye’nin boynuna atmaya çalışıyor. Biden seçilmeden evvel de Türkiye düşmanlığını izhar eden biriydi. Amerika’nın küresel sömürüsünü devam ettirmek için kimi toplumlara şirin görünmek ve iç siyasetinde de destek alabilmek için hep yaptığı gibi belli lobilerin baskısıyla onların istediklerini veriyor. Ermeni lobisinin etkin olduğu bu çalışmalarla Türkiye her daim köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Olayları takip edince “Kurtuluş savaşımız aslında hiç bitmemiş” diyesim geliyor. Düşman hâlâ beklemede ve uygun fırsatı yakaladığında harekete geçecek. “Su uyur, düşman uyumaz” demiş atalarımız ki ne kadar doğru söylediklerini daha iyi anlıyoruz. 

1.Dünya savaşı sürerken düvel-i muazzama denilen büyük devletler, Osmanlı Devleti’nin topraklarını parçalayıp paylaşmak için akbabalar gibi pusuda bekleşmekteydiler. Beklemek derken piyonlarını sürüyorlardı yazdıkları senaryoların oynanması için tabii. Tek amaçları vardı Osmanlıyı tamamen bitirmek…
Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim halklarından olan Ermeniler, devletin gösterdiği adalet ve istimalet politikası gereği büyük bir refah içinde yaşıyorlardı. Devlet makamlarında padişahın özel doktoru olacak kadar yükselenler vardı. Osmanlının “Millet-i sadıka” yani sadık millet diye isimlendirdiği Ermeniler, Müslüman yöneticilerinden memnundular. Yöneticileri de onlardan. Öyle ki Balkan topraklarında ve Anadolu’da yaşayan gayrimüslimler, kendi dindaşları ve soydaşlarındansa Müslüman Osmanlı’nın yönetimini tercih ediyorlardı. “Kardinal külahı göreceğimize Osmanlı sarığı görürüz daha iyi!” diyorlardı.  Fakat ne oldu da bu sadık millet velinimeti olarak gördüğü devleti arkadan vuracak kadar düşman kesildi? 

Yüzyıllar boyunca milleti sadıka diye kabul edilen ve devlet makamlarında padişahın özel doktoru olacak kadar yükselen Ermenileri Osmanlıya düşman hâle nasıl geldi veya getirildi? Sorulması gereken soru belki de budur. Bunun cevabı da çok uluslu etnik bir yapıya sahip çok çeşitli din ve dillerin konuşulduğu bir imparatorluk nasıl yıkılabilirdi? Elbette ki Fransız İhtilalinin getirdiği imparatorlukları minimalize eden ve ulus devletçiklere ayıran Milliyetçilik fikirleriyle.

 Avrupalı devletler ile Rusya kendi amaçlarına ulaşmak için bu yıkıcı fikirleri habis bir ur gibi çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’nin topraklarına ekmişlerdir.  1. ve 2. Balkan harpleri bundan dolayı kopmuş ve Osmanlı’nın adaletli ve hoşgörülü yönetimi altında yüzyıllarca yaşamış olan Balkan milletleri birbirine düşmüşlerdi. Balkanların gayri Müslüm halkları Osmanlıya karşı isyana teşvik etmek isteyen devletler her bir ulusa kendi ulus devletini kurma sözü vererek, silahlandırarak velinimetleri olan Osmanlıya karşı savaşa ikna etmişlerdir. Malumunuzdur, Balkan savaşları Osmanlı’dan ayrılan ulus devletleşen bu ülkeler arasında yapılmıştı. Anadolu içinde de Trabzon ve çevresinde Pontusçular, Ege bölgesine Yunanlılar ile Doğu illerinde Ermeniler aynı ayrılıkçı isyanlarını sürdürüyorlardı. Tabi Avrupalı devletlerin tüm imkanlarını kullanarak, Türk ve Kürt köylerine saldırarak binlerce Müslümanı öldürerek saldırganlıklarının şiddetini her geçen gün arttırıyorlardı. 

Dünya savaşının tüm yıkıcı etkisi her yönden hissedilirken Osmanlı Devleti, topraklarında bir nebze huzur ve asayişi sağlamak için Ermenilere karşı yaptırımlar uygulamaya çalışmıştır. Bunun için kanun çıkarmıştır. İşte Tehcir kanunu dediğimiz zorunlu göç ile ilgili düzenlemeyi Osmanlı Devleti mecburiyetler gerektirdiği için yapmıştır. Bu sevk ve iskanın olabilecek en düzenli şekilde yapılmasını istemiştir. Zorunlu göç sırasında yaşanan talihsizleri vardır elbette. Ancak bunun Osmanlı Devleti’ni soykırım yapmasıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Bir devletin kasıtlı olarak yaptığı cinayetler ile ülke huzuru ve güvenliği için aldığı tedbirler aynı kefeye konamaz. Osmanlı Devleti’ni aldığı tedbir de yine kendi toprağı olan Suriye topraklarına Ermenileri yerleştirip silahlı isyanları bitirmek ve toprak bütünlüğünü sağlamaktı. Tehcir sırasında doğal nedenlerden bazı ölümlerin olduğu ya da bazı görevlilerin kafilelere kötü muamele ettiği elbette inkâr edilemez. Ancak bu münferit olaylar olduğunda bile Osmanlı Devleti o dönemin şartlarının elverdiği ölçüde sorumlularını yargılamış hapis cezası ve hatta idam cezaları dahi vermiştir. Bütün bu gelişmelerle ilgili her şeyi kayıt altına almıştır üstelik. Osmanlı arşivleri bu konuda da zengin bir kaynak oluşturuyor. Soykırım iddiasını dillendirenlerin yazılı belgelere dayanarak gerçekleri konuşmamaları da çok manidar.

Türkiye’nin her defasında karşısına çıkarılan bu sorunu bitirebilmek için cumhurbaşkanı nezdine defalarca tarihçiler davet edilmiş, ortak bir tarihçiler kurulu oluşturulmasını teklif etmiştir. Ortak tarihçilerden oluşacak kurulun, devlet arşivlerini inceleyebileceğini ve dönemin belgeler ışığında aydınlatılmasını söylemiştir. Her nedense Avrupalı Devletler, olayları aydınlatacak yazılı belge ve kanıtlar varken bu kanıtlara gitmek yerine asparagas haberlerle amaçlarına ulaşmaya ısrarla devam etmektedirler. Hıristiyan Batı dünyasının Müslümanlar söz konusu olunca tek yumruk oluşlarını bu soykırım söyleminde de görmekteyiz. Siyaseten amaçlarına ulaşmak için tarihi gerçekleri tersyüz etmekten geri durmuyorlar maalesef.

Şu da bilinmelidir ki boğazlarına kadar insanlığın kanına girenler, dünyaya insanlık dersi veremez. Hz. İsa’ya atfen söylenen bir söz vardır; “İlk taşı günahsız olan atsın!” 
Ancak soykırım söylemini dillendiren ABD’nin tüm dünyadaki soykırımları tescillenmiş binlerce kanıtla ortadadır. Afganistan, Irak, Kamboçya, Laos, Vietnam, Kore’de yaptığı soykırım ile 2. Dünya savaşı sırasında Nagazaki ve Hiroşima’ya attığı atom bomlarıyla milyonlarca insanı katlettiğini gözlerden kaçırdığını sanıyor. Kendini akıllı alemi sersem sanıyor olmalı. Ayrıca coğrafi keşiflerle beraber Amerika kıtalarında Aztek, Maya, İnka medeniyetlerini yok edip, bu insanların sonunu getirdiklerini unutan Avrupalı devletler ile Amerika aynı gözede buluşuyor. Avustralya ve Yeni Zelanda yerlileri olan Aborjinleri de aynı soykırımla bitirdiklerini de ekleyelim. Kızılderililere yaptıkları ise tüm dünyanın nazarlarındadır. Kovboy filmlerinde ise gerçeklerin nasıl ters yüz edildiğini çoğu kimse bilmeyebilir. Asıl kafa derisi yüzenlerin beyaz adam olduğunu mesela… Bugün Kızılderili ve Aborijinlerden geride kalanları milli parklarda sergilenen hayvanlar gibi sınırları belirlenmiş yerlere tıktıklarını ve sergilediklerini de biliyoruz. Amerikan’ın küresel zulmüne ise tüm dünya şahittir. Asıl soykırımı sistemli olarak yapan bizzat dünyanın başına tebelleş olan Amerika’dır. 

Şu bir gerçektir ki tarihi olayları belgeler aydınlatır. Osmanlı kayıt tutan bir devletti.  O döneme ait arşivlerin incelenmeye açılmasına rağmen çözüme yanaşmayıp, soykırım demeye söz birliği etmişçesine devam etmektedirler. Küfür tek millet nihayet. Bir de Asala örgütünün katlettiği diplomatlarımızı neden görmezden geliyorlar? Bu da bir kıyım değil mi? Anadolu’yu kan gölüne çeviren Hınçak, Taşnak gibi eli kanlı örgütler ile onların mirasçısı olanların yaptıkları neden görülmüyor? Demek ki mesele tamamen siyasidir. Devletlerin çıkarları için kullandıkları argümanlar ise geçicidir. Bugün Ermeni sorunu, yarın Boğazlar, bir başka gün başka bir sorun temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp ortaya konacak. Ta ki menfur amaçlarına ulaşana kadar. Tarih ise insanlığın vicdanıdır. Tarihçilerin dediği gibi; “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyları var.”