Reklam
Reklam
Ümmet Perspektifi ile "Barış Pınarı" Operasyonu
Mustafa Tosun

Mustafa Tosun

Ümmet Perspektifi ile "Barış Pınarı" Operasyonu

13 Ekim 2019 - 11:21

İslam ümmeti olarak, ulusçuluk zehri ile 150 yıldır malul haldeyiz. Bir türlü kurtulamadık bu mikroptan. Önce Türkler, ardından ise Araplar zehirlendi. Elbette bu zehri zerkeden birileri vardı. Ama Müslümanların da Kur’an ve Sünnetten kopması paralelinde bu  mikroba karşı yenik düşmemiz kolaylaştı. Coğrafyamızda olan savaşların en önemli tetikleyicisi işte bu ırkçılık(dayatmacı etnik aidiyet) mikrobu oldu. Hele bir de bu mikrop siyasal iktidara bulaşmış ise hastalığı daha katmerli bir hale getiriyordu. Sorunlarımızın can alıcı noktası burasıdır. Müslüman halkların bu yönden rehabilite olması gerekmektedir.  

Barış Pınarı operasyonunun 4. günündeyiz. Her ne kadar sıcak bir çatışma ortamı varsa da bizler gerçek ve kalıcı tedavi üzerinde kafa yormalıyız. Türkiye cumhuriyeti Adnan Menderes, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve R. Tayyip Erdoğan yönetimleri ile güçleri yettiği oranda mezkur dayatmacı etnik milliyetçilik mikrobunun etkisini kırma çabası gösteren yöneticilerdir. Ancak bu mikrop diğer halklara da bulaştığı için birisi iyileşmeye çalıştığı zaman diğerinin hastalığı nüksediyor, öteki iyileşme emaresi gösterdiği zaman diğerinin ki…

Araplar ve Türklerden sonra çok rahatlıkla diyebiliriz ki kürtlere de sirayet etti. Ancak “kürtler zorunlu olarak benimsedi” dersek yanlış demiş olmayız galiba. Zira çevresindeki 4 ülkenin de bulaşmış olduğu bu hastalıktan korunmak zor olsa gerek. 1000 yıldır ortak bir kader inşa etmiş halklar maalesef bu mikropla birbirlerine düştüler ve bu düşme hala devam ediyor. Şunu da dipnot olarak belirteyim, dayatmacı etnik milliyetçilik mikrobuna karşı iman aşılı olup da kendisini korumul olan her halktan Müslümanlar mevcuttur. Zaten hastalığı da tedavi edecek olanlar bunlardır. Bu açıdan mesuliyetleri çok fazla.

Geçmişten bugüne olan bir süreci teşhis etmezsek, hastalığın adını koymazsak hafizanallah bizler de düçar olabiliriz bu hastalığa. Bizi koruyan aşımız iman ve imana dayalı kardeşlik aşısıdır. Kur’ani gündemlerle hemhal olmamız bizi korumaktadır. Kur’an daha önemli gündemler sunar bize. Kur’an başka ufuklar katar bize ve bizler siyasal ve sosyal perspektiflerimizi buna göre oluşturmaya çalışırız. Mesela en basitinden “İnananlar kardeştir” ayeti asla sloganik değildir bizim için, her ne kadar ırkçılık ya da aşırı etnik aidiyet hastalığına düçar olanlar sloganik görse de. Onlar kendi imtihanlarını veriyorlar. Bizler kendi imtihanlarımızı.
*
“Barış Pınarı” operasyonunu kendi lokal konjonktüründe değerlendirmek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti özellikle sınırların güvenliğine ve ülkesinde yaşayan muhacirlerin yurtlarına geri dönmelerine atıf yaparak haklılık zeminindedir. Üstelik ABD denen şer odağının tırlarca mühimmat vermesi meseleyi PYD’yi de aşan çok daha ciddi boyutlara uzatıyor. Türkiye’nin buna bigane kalması elbette düşünülemez. ABD şer odağı, kendi ürettiği şeri (DAEŞ’i) bahane ederek bunu yaptığını ifade ediyor.

Ancak sürece uzaktan bakınca çok bilinmeyenli gibi dursa da, yakından bakınca aslında çözümlenebilen denklemler olduğu anlaşılıyor. Türkiye her ne kadar haklı bir zeminde olsa da girdiği topraklardaki sivillere yönelik merhametli duruşunu kesinlikle gözardı etmemelidir. Kürt sivillerin taşeron örgüt tarafından ideolojik zehirlenmeye düçar edildiğini unutmamalı. Tabi kendi bünyesindeki türkçü-ırkçı ideolojik tavırların da operasyonunun amacını saptıracağını unutmamalı. Erdoğan’ın zihin dünyasının temelinde olan –her ne kadar üstünü milliyetçi tozlar kaplamışsa da- ümmetçi ve islam birliği düşüncesi bu operasyonda başat unsur olmalıdır.

Yıllarca Esed’in izniyle apoist zehirlenmeye maruz kalan bir kısım kürtlere yönelik olan bu operasyonu bir doktor hassasiyetiyle yürütmelidir. Aksi halde sorun doğuran çözümlerin fasid dairesine girer. Erdoğan Müslüman coğrafyalarda bıraktığı ümmetin adamı intibaını kürtlere yönelik de sergilemeli ve onları asla dış bir unsur olarak görmemelidir. Kürtler ümmetin önemli bir parçasıdır ve maalesef çok sıkıntılar yaşamışlardır. Türkiye’de başat sorun olan Pkk sorununun, Suriye ikizi olan Pyd’ye karşı da ümmetin adamı rolü ile karşı durmalı, milliyetçi-türkçü bir rol ile değil. Aksi halde kendi ülkesinde olan kürtleri de kaybeder ve sorun katmerleşir. (nitekim Avrupa lobisini oluşturan kürtler ciddi sorun olacaktır). Ümmetin adamı rolüne uygun olmayan bir sonuç olur.

Bu nedenle İslami şuurdan yoksun türk milliyetçiliğinin argümanları ile ortadoğuya giriş yapmak baştan kaybetmek demektir. (ittihat ve terakki de bu nedenle kaybetti ve kemalizm de). 
Bu perspektifle olaya yaklaşırsak, “Barış Pınarı” operasyonunun iki amacı olan 1)sınırların güvenliği (PYD/ABD/İsrail/Daeş) ve 2)muhacir kardeşlerimize yer açma (Azez, Cerablus, el-Bab’da olduğu gibi) amacının zafer ile sonuçlanmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Tabi bünyesinde barındırdığı türk milliyetçiliği vizyonunun da değişmesini de duama ekliyorum.  

Maalesef ümmet coğrafyamız açısından olumsuz süreçlerin yaşandığı bir zemindeyiz. Batı tandanslı diktatörlükler, şuursuz halk yığınları, dogmatik zihinler coğrafyalarımızın yakalandığı hastalıkların iyileşmesi önünde en önemli engellerdir. Bu engelleri aşmak için çaba sarfetmek Müslüman için cihad hükmündedir. Yüce Allah’a karşı kendini sorumlu hisseden hiçbir Müslüman halkların çoğuna sirayet etmiş olan bu hastalıklara (batıcılık, ulusçuluk, diktatörlük vs) karşı ne kadar çok olsalar da yine umutsuzluğa kapılmaz ve iman imkanı ile tedavi sürecini sürdürür. Bu hastalıklara kendisinin de  yakalanmaması için Kurani ve Nebevi bilinci sürekli taze tutarak dikkatli olur. Ve ümmetin şuurlanması için gece gündüz çaba içerisinde olur. Kürt ile de ilgilenir, türk ile de ilgilenir, arap ile de, fars ile de. Kitab’ın ilkeleri ve Elçi’nin yaşamı hatırlatılarak tedavi etmeye çalışır hastalıklı Müslüman zihinleri...

Ben bu minvalde Erdoğan’ın çabalarını önemsediğimi ifade etmek istiyorum. (Her ne kadar mhp ile ittifakı ile (ki feto darbesi il sersemlenme sonucu kaçınılmaz oluşan bir ittifak) milliyetçi-devletçi bir vizyona bürünse de. Ve her ne kadar acayip reisçi/trolcü zombiler türemiş olsa da.) Zira Erdoğan’ın mayasında ümmet ve Müslümanların birliği vardır. Türemiş iltihapların geçici olduğunu düşünüyoruz. Biz umudumuzu besleyecek durumları asla gözardı etmiyoruz. Yüce Rabbimizden ümmetin dirilişini görmeyi niyaz ediyoruz. İmtihanları kaybedenleri kendimize örnek almıyoruz. Savrulanların rüzgarından etkilenmiyoruz.

Ne türkçü savrulma ne kürtçü ne de arapçı savrulma. Bilakis bunları hastalık olarak niteliyoruz. Bozulma türklerden başladığı için önce onların iyileşmesi sanki denklemin çözümünü kolaylaştıracak gibi. İmparatorluk bakiyesi üzerinde yaşamak bunu gerektiriyor. Hem zaten batı dediğimiz dünya aslında kendi içinde sınırları eritmişse ve birleşik yapılar kurmayı başarmışsa –ki bize tam tersini dayatıyor- bizler de İslam harcı ile birlik ruhunu perçinlemeyi asla hayal görmemeli ve bu uğurda çaba sarfetmeliyiz. Vel akibetu lil muttaqin.

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Şükrü Demirboğa
    4 yıl önce
    Selam Alüyküm hocam.. Türkiye sınırların da duyduğu endişeyi. Kendi içindeki büyük şer şeytan Amerikaya da duymaması sanki Şeytanın tuzağıyla Türkiye yi içe çekmek istiyor