Reklam
Reklam
Hırsız Çalmaz
Recep Fırat

Recep Fırat

Hırsız Çalmaz

17 Ocak 2023 - 02:01

HIRSIZ ÇALMAZ / Anı Öykü &   Recep FIRAT

24.08.2019 tarihinde Ankara / Nallıhan -  Osmanköy köyünde TEDAŞ’a bağlı Özel bir elektrik şirketinde çalışıyordum.  Köyün eski havai elektrik hatları ve direklerinin yerine yenilerini dikiyorduk.  Tabi çalıştığımız yer kırsal olunca; dağlar, ovalar, yem yeşillikler mis hayat kokusu insanın yaşama direncini diri tutarken;  hayatın vazgeçilmezliği, ekolojik dengenin çok kıymetli olduğunu çok açıkça kendini gösteriyordu.  
Sabahları köyün kadınları ile birlikte kalkardık işe gitmek için. Onlar inekleri, camızları çayıra salmak için kalkarlardı.  Her sabah saat altı da kalkar işe gider, akşam yedi de eve dönerdik; tabi ev derken işçiler için şöyle düzgün lojman falan zannedilmesin. Anadolu’muzun güzel köylüsü kalacak yerimiz olmadığından, kendi köyün taziye evini açmıştı, orda yatıyorduk. Köyün işlerini bitirene kadar, tabi banyo,  çamaşır yıkama,  yemek sorunumuz da vardı. Velhasıl hiç bir şey,  şirketten bize söz verildiği gibi olmamıştı. Sorunlarımız olsa da,  çalıştığımız yerde en son maaşlarımız da da sorunlar yaşadık buda ayrı bir konu. Her neyse saadete geleyim.  Sabah işe gittik, öğlene doğru karnımız aç, güneş tepemizde duruyor; e biz Anadolu'dan gurbete gelen gençler olarak büyüklerimizden gördüğümüz gelenekten dolayı açlıktan da ölsek haram yemeyiz;  e ne yapalım şirketten öğlen yemeği de gelmedi bize, yemek yapacak aşçı da yok; aşçı olsa bu sefer erzak yok!  Şu güzelim taşı, toprağı altın denilen memleketimizde ne ararsan var. Tabi kırsaldayız, gözlerimi güneşten sakınmak, uzağı seçmek için, asker selamı ile şöyle etrafıma bir göz attım. Yerden yeşillikler içinde bir tarla, ve içinde gri şalvarlı, siyah sakosu ve siyah fötrlü bir dede tarlada geziyordu. 
“Aha arkadaşlar,  bir şeyler gördüm; galiba şans bize güldü;  tarlada bir adam var, yanına gideyim; belki tarladan yiyecek bir şeyler verir bize. Yoksa açlıktan bize kıran girecek!”
 Arkadaşlarım; “ Aman,  yaman gitme; korkuluk falandır, biz haram yemeyiz!” dese de dinlemedim. 
“Bende yemiyorum, lakin tarlanın sahibinden isteyeceğiz,”  dedim ve tarlaya doğru yol aldım. Tarlaya yaklaşınca kocaman büyük taşlar gibi yeşil kavunlar görünmeye başladı. Kocaman bir kavun tarlası, içinde de sahibi.   Muazzam bir manzara, tabi vardım tarlaya sahibinin yanına, selam verdim; hoş-beş biraz sohbet; “Bey amca, biz işçiyiz ve Osmanköy köyünün elektrik işlerini yapıyoruz, lakin karnımız aç; çalıştığımız firma kelek çıktı, sandığımız gibi olmadı; eğer uygunsa bize parasıyla iki kavun verir misin?”
 “Evladım olur mu? Canın sağ olsun, işimizi yapıyorsunuz; memleket size burçludur. Kaç adet kavun istiyorsan git kendin kopar ve isçi kardeşlerine de götür.”
 “Tamam Bey amca, Allah razı olsun!” dedim ve kavun tarlasında kavun seçmeye başladım.  
Hay Allah, elimi hangi kavuna atsam; yeşil, ham daha olmamış; mübarek çok güzel de kokuyorlar.  Tabi sevgili halkımızın arasında Kavun mis gibi kokusu, şeker gibi tadıyla yaz gecelerinin vazgeçilmezidir.  Yöreden yöreye meyveler oluş aşamalarında değişiklik gösterebiliyorlar, Memleketimde benim bildiğim kavun yeşildir, sarardığı zaman bal tadı alır; ama burada bütün kavunlar yeşil. Burada bir anormallik olmalı; “Halla, halla!...” deyip oflaya puflaya  dolanarak bir türlü olgun bir kavuna rastlamadım. Tabi bir de yorgun olunca bu daha başka bir hal aldı. Dönüp dolaşıp, Bey amca’ nın yanına geldim. 
Amca çok teşekkür ederim, lakin bu tarlada henüz olmuş kavuna denk gelmedim.”
 Bey amca kikir, kikir gülmeye başladı, şaşıp kaldım. Acaba bir kusur mu ettim? Aval aval  Bey amca’ya bakmaya başladım. 
 “Evlat, hırsız çalmaz” dedi. 
“Neden çalmaz? ”dedim, 
“Olgun kavun sarı olur, bizimkiler yeşildir,” dedi ve ekledi.  
“Siz öyle gezince, merak ettim; ne yapacak?  Meğer olmuş kavunu bilmiyormuşsun,” dedi.  
O gülünce, bende gülmeye başladım.
  “ilahi Bey amca, demek hırsız çalmaz.”
“ Evet, dedi.
 Hakikatten hırsız çalmazmış, izin aldığım halde seçemedim, anlayamadım.  
“Bu gördüklerinden istediğini kopar, olmuştur; götür arkadaşlarınla ye afiyet, şifa olsun,” dedi. 
“ Allah razı olsun.”
 Şükran ve minnet duygularla teşekkür ederek, kavunlarımı koparıp oradan ayrıldım, direkt arkadaşlarımın yanına geldim. Durumu onlara anlattım. Hepsi bana gülmeye başladı. Bal gibi kavunlarla karnımızı doyurduk. İnsan çok aç olunca yenilen şey insana lezzetli geliyormuş, onu anladım; gerçekten kavun çok lezzetliydi. Dört yıl oldu tadı hâlâ damağımda. 
Akşam oldu; köye dönüp eve geldik. Tarladaki Bey amca bizim aç sefil halimizi köylülerle paylaşmış demek ki.  Kapımızın zili öttü.  Kapıyı açıp baktık.   İki teyze ellerinde birer tencere var ve  mis güzel yemekler kokuyor,  buharı üstünde tütüyor.
“ Yemeğiniz evladım, bu yemek sizin rızkınız. Misafirimizsiniz, bu akşam yemeğiniz, “ dedi. Kendilerine; “ Allah razı olsun, çok teşekkür ediyorum; mütevazı davranıp, almamaya çalıştıysam da bir taraftan içimden; “ Yarabbi inşallah yemeğiyle geri dönmezler!” diye dua ediyordum.   Onlar da kabul etmedi, nihayetinde duam kabul oldu, yemeği masaya koyup gittiler evlerine. Tabi ki her gün bize yemek getirme gelenekleri devam etti. Biz arkadaşlarla ilk defa gurbette kendimizi kendi evimizde hissettik. İnsanları çok misafirperverdi, İşçiler olarak sıcak bir ev yemeği yedik, bu gelenekleri, misafirperverlikleri her akşam hırsız çalmaz kavunu ile birlikte devam etti. Lakin maaş almaya gelince, şirketten para alamayınca bırakmak zorunda kaldık, iş yarım kaldı tabi; sonra merak ettiysem de kim gelip bu yarım kalan işi yapacak diye kaygılandıysam da zamanla unuttum. Vehasıl kelam paralarımızı alamadık, son gün işe gitmedik; akşam da arkadaşlarla köy kahvesine geldik.  Köyün bütün erkekleri kahvedeydi. Köyde yaşlılar çoğunluktaydı, lakin gençler ise işsizlikten şehre gurbete inşaata çalışmaya ve okumaya gitmişlerdi. Kahvede yaşlılar Biz işçiler olarak; doğulu olduğumuz için köyün yaşlıları, askerlik arkadaşlarını bize sorarlardı ve askerlik anılarını anlatırlardı bize.  Bende bana kavun veren Bey amca ile aynı masaya oturdum. Bey amca, yaşlı bir bilgeydi, bol bol sohbet ettik. Cumhuriyet’ e ve değerlerine çok büyük katkıları olmuş bir gaziydi.   
En son “Evladım keşke şu kavunu görüp, çalmayan hırsızın gözüne de bir perde inseydi; belki o zaman daha farklı olurdu. Çalınmayan ülkemiz, halkımız ve yarınlarımız olurdu. Bunlar memleketi soyup soğana çevirdiler.  Umudum siz gençlerde, ” dedi.  
Tabi ben onu çok iyi anlıyorum kimi kastettiğini. Sözleri yabana atılacak gibi değildi.  Söylemleri devrimci ruhumu kanımı ateşliyordu adeta. Pür dikkat dinledim onu.  
Sabah oldu, bütün köylülerle vedalaştık.  Her işçi arkadaşımız elinde valizi ile şehirlerarası otobüs otogarına doğru yol aldık.  
Çalıştığımız süre boyunca işlerimizi dürüst yaptığımızdan dolayı gönül rahatlığıyla ayrılıyorduk.  Osmanköy ve diğer köylerde çalışmış olduğumuz süre içerisinde, köy halkı ile işçiler elimizden geldiğince daima güler yüzlü, milletimize hürmetle;  her anında her daim yanlarında olmaya gayret ettik. Elbet bizimde her insan gibi eksikliklerimiz ve hatalarımız var;  ama niyetimiz hep iyiydi. Bize gönlünü açan bu insanlara işimiz olmadığı halde özel işlerinde de yardımcı olmaya çalıştık. Bu güzel insanlara karşı her zaman nezaket ve ilgiyle yaklaştık. Vatandaşlardan çok destek gördük.  Gurbetten dönüş yolculuğumuz Güneydoğu’ya  / memleketimize başlamıştı. 
Bu anı / öykümü yazarken gerek Mezopotamya’ nın,  gerek Anadolu'nun güzel insanlarının o güzel yüreklerini bize açtıklarından dolayı bir vefa borcu olarak yazma gereği duydum.  Ankara / Nallıhan’ın bütün köylerinde her bir köyünde çok değerli ayrı ayrı anılarımız var.  Zaman zaman siz kıymetli okurlarım ile paylaşacağım;  köylerinde çalıştığım ve sohbet ettiğim köyler en başta ormanköy, Aşağıbağdere, Öşürler, Kuruca, Belenelan, Soğukkuyu, Kavak, Eğri, Yenice, Kuzucular, Tekirler, Çamalan, Beydili, Ozan, Nebioğlu, Ericek, İslamalan ve Ömerşehler, köyünün temiz, dürüst ve mert insanlarına en kalbi duygularımla teşekkür ediyorum. 
Hayat zor, çok çalışmak gerekirdi;   zor en imkânsız zamanda dahi başarıya gitmenin tek yolu çalışmaktır. Çalışmanın yanında, politikaya da yön veremezsek, aydınlığa çıkamazdık. Bu da yaşamın bir hakikatiydi ve daha çok çalışmalıydık.  Milyonlarca insan var, hedefimiz onların sevgisine layık olmak, farkında olmadıkları şeyleri göstermek; onları uykularından uyandırmak. 
 Kavunun olgunlaşıp, olgunlaşmadığını bana öğreten Bey amca gibi;  uyararak, okuyarak, görerek bilinçlendirmek;   ilim ve bilim ile toplumsal meseleler de bilinçlendirerek, onları toplumsal mücadeleye dâhil etmektir. 

Recep Fırat 
Araştırmacı / Şair – Yazar

İletişim = [email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum