Reklam
Reklam
Recep Fırat

Recep Fırat

Kan Davası

15 Kasım 2023 - 22:27

KAN DAVASI
Sevgili okur dostlarım,
bu araştırmamı; ‘Kan davasını yaşamış insanlarımıza ithaf ediyorum.’

 Toplumun sorunlarına dikkat çekerek, çözüm odaklı eserler yazıyorum. Kan davası da toplumumuzun en acı kanayan bir yarasıdır. Bu yara ile ilgili yıllardan beri araştırmalar yapmaktayım. Lakin, yine beni geri planda bırakan sosyo-ekonomik sorunla;  yeterince sesimi halkıma duyurmama engel olmuştur. 
Yurdumuzda her kan davası haberini aldığımda kahroluyorum. En son Diyarbakır / Bismil’ de dokuz kişinin hayatını kaybettiği vahşet te, beni derinden üzmüştür. Bu çalışmamın gayesi Türkiye’deki kan davalarını inceleyerek araştırma yapmak,  bir nebzede olsa kanayan yaralara derman olmak,  toplumsal barışa ve huzura katkı sunmaktır.  

 Araştırmamın sonucunda, kan davasını yalnızca hukuksal ya da eğitim yetersizliğinden kaynaklanan bir olgu olmadığını; bu geleneğin toplumsal yapıdan gelen belirleyicilerinin bulunduğu görülüyor.  

Kan davası, aile bireyleri arasındaki ilişkilerin sıkı olduğu ve törelere önem verilen toplumlarda öç alma duygusundan kaynaklanan, misilleme biçiminde karşılıklı cinayetlerle süren aileler ve gruplar arası öldürme silsileleri durumu, kanın, öcün ya da şeref uğruna verilen kolektif savaş, temelinde hareket eden bu çalışmam, daha çok bir cezalandırma ve kırsal bir şiddet aracı olan kan davalarının, genel özellikleri, temel unsurları sosyolojik ve antropolojik boyutları üzerine odaklanmaktadır. Kan davaları; toplumların değer ve normları algılayış farklılığı temelinde, özellikle homojen toplumlarda karşısındakine zarar verme ve öç alma istenciyle gerçekleşen olaylardandır.
Bu anlamda, babasoylu temelinde örgütlenmiş bölgede, bireyler daha çok bir aşiretin üyesi olarak algılanmaktadır. Birbirlerini akraba olarak kabul eden grupların, karşılaşılan bir haksızlık karşısında birlikte hareket etme zorunda hissetmeleri kan davalarını körükleyici yönde etkilemektedir.  Toplumlarda insanların her türlü yönelim ve davranışları gelişmişlik düzeyine ve eğitim seviyesine bağlı olarak değişebildiği gibi, bireylere manevi yönden tatminkâr hissi sağlayan kan davaları da ülkemizde yerel ve hunhar bir şiddet olarak yaşanmaktadır. Bunun yanında, günlük dilde, yine  ‘namus’, ‘onur’, ‘saygınlık’, ‘şan’ gibi kavramlarını da içeren şeref kavramı, kan davalarına neden olan ilk eylemde ve / veya öç alma sürecinde faillerin en çok sığındıkları bir kavramıdır. Türkiye özeline baktığımızda kan davaları; töre cinayetleri ve aşiretler arası işlenen cinayetler, genellikle töre ve geleneklerine sıkıca bağlı olan grupların, birbirlerine karşı uyguladıkları şiddet eylemlerinin sonucunda ortaya çıkmaktadır.  Sahip olunan toprağa el konulması, komşusuna sınır ihlali, ailenin kadınlarından birine laf atılması, sarkıntılık, tecavüz veya kız kaçırılması, aile fertlerinden birinin öldürülmesi, hakarete uğraması vb. Günlük bütün ilişkilerde ailenin şerefine, saygınlığına herhangi bir zarar geldiğine inanıldığı durumlarda, bu ‘leke’ genellikle kan davası ile ‘temizleme’ yoluna gidilmektedir. 
Namus davalarından farklı olarak kan davaları, manevi değerleri koruma amacından çok, grubun veya bireyin öfke ve öç alma güdüsünü bastırmak istemelerinin sonucunda görülmektedir. Şiddet her yerde kan davalarını kışkırtır. Çok sıradan nedenler yüzünden aileler yıllarca sorun yaşar. Örneğin; inek başkasının bahçesine girdi diye. 
İster mevcut devlet sisteminin ister etnik, kültürel ve ideolojik grupların, isterse de kırsal kökenli aşiretler ve aileler arasında yaşanan biz ve diğerleri ayrımına dayalı çıkar çatışmalarının çözümü için şiddete başvurulması, özünde aynı sebeplere dayanmaktadır. 
Şeffaf sivil toplum ve kamu kuruluşlarının birlikteliği kurularak, kurulan bir barış komitesi ile barışa toplum huzuruna yönelik çalışmalar yapılmalı. Kan davası yüzünden mağdur kalan kadın ve çocuklara da yardım edilmeli. Varlığın içinde yoksulluk çekerler. Geçmişlerinde evleri, dükkânları, bahçeleri vardır, bağları, bostanları vardır.
Eğitimin düşük olan toplumlarda daha sık görülebilen bu olayların merkezi yerleşim yerlerinden uzaklaştıkça bir artış göstermesi toplumda değerler hiyerarşisinin, ailenin ve çevrenin kan davaları üzerinde ne derece önemli olduğunu açıkça göstermektedir. Yıllarca sürgünde kalırlar, ailece gurbet ellerde mevsimlik isçi olarak çalışırlar, bütün yuvaları kanlısı tarafınca talan edilmiştir ve çok acılar çekerler. Aile bireyleriniz iyi mesleklerde olabilir. Sen sistematik bir cehalet yuvasında ilk olmasa da, mutlaka sizde bir cehaletin kurbanısınız. Bir felaket her şeyinizi tepe taklak eder.  Komşusunun hayvanları, komşumuzun bahçesine girmiş, uzaktan da akrabanız olan biri de ineği tüfekle vurmuş;   olaylar başladı, kan davasına döndü, büyüdü gitti. Bunun üzerine sürgün yersiniz. Kan davalarının sadece belli bölgelerde ortaya çıkması, insanların içinde bulundukları geniş toplumla bütünleşememelerini işaret eder. Dolayısıyla kan davaları, farklılaşmış sentez birimi olarak tanımlanan alt-kültürün bir ürünü olarak değerlendirilmelidir. Kan davalarının aileler üzerinde etkisini başladığı zaman çoğu insan göç ediyor. Kan davası olan bir aile de ne huzur, ne de güven vardır. Yatmak uyumak yok. Yürümek bile yok. 
“Aman, beni pusuya düşürecekler, aman beni öldürecekler!” sürekli korku hezeyanları içinde yaşarlar.  
Kan davalı olan bir şahsiyet, işinin başına bile gidemez. Bu süreçte karşılaşılan hem sosyo ekonomik,  hemde dini, maddi- manevi sistemsel sorunlar toplumun üzerine de kan gütme olayların sürekliliğine yardımcı olmaktadır.
 Kürt sorunu çözülmeden, kan davası bitmez; bu gerçeğin de görülmesi gerek.    
Tüm vahşetleri kınıyorum, ama ben de kendimi bir bölge evladı olarak suçlu görüyorum.  
“Neden bir şeyler yapamıyoruz? Niçin bugüne kadar herkes bir tas su alıp bu acıları söndürmedi” derken, yıllardır savaş yüzünden geri bırakılan ülkemizde çatışmalar sona ermeden, kan davalarının da ortadan kalkması da mümkün görünmüyor. Kanı yerde bırakmama amacıyla inançsal açıdan içilen yemin, işlenen kan davalarının görüldüğü coğrafyaya bakıldığında, bu olayların geleneksel toplum yaşantısını sürdüren toplumlarda daha fazla görülmesi; bu davaların informal normlara bağlı olarak gerçekleştirildiğini gözler önüne sermektedir.  
Bölgede ekonomi yok, işsizlik ve göç had safhada; her kahve tıka basa dolu; çünkü fabrika yok, iş - güç yok. Mutlaka bu bölgede kanın durması ve çatışmaların durması gerekiyor. Bu bölgede binlerce köy boşaltılmış. Asli bir sorun kanayan kabuk bağlamamış bir yara, Kürt sorunu, bütün mesele buraya bağlıdır. Kimi politikacılar bol keseden nutuk çeker ve sözleri havada kalır. “Demokrasi Diyarbakır’dan geçer’ der misali.  Kimisi de “Kürt realitesini tanıyorum” der. Adını anmak istemiyorum, birisi de;  “Dağda değil, ovada siyaset” der. Konuşan konuşana; “Güneydoğu sorunu benim sorunumdur…” 
Toplumların üzerindeki en büyük etkenlerinden biride din faktörüdür.  Tarih boyu bütün savaşlar ve barışlar din üzerinden olmuştur. Din ile insan aforoz edilip birer ölüm makinası veya barış temsilcisi haline getirtilebilir, bu sebeple tarihte, yaşanan bazı sorunlar günümüzde de hâlâ devam etmektedir. 
 Örneğin; Ortadoğu’daki Emevilerin son dönemlerindeki Emevi ırkçı politikası, Müslümanlar arasında hâlâ etkisini sürdürmektedir. İslâm evrenselliğinden, faşizme evrilme çabası, kapitalizle özdeşleştirilme çabaları, toplumun sosyolojisinde büyük bir zehirlenme etkisi yaratmıştır. 
Birçok din adamlarının gerçek dine, dininin buyurduğuna göre değil; tam tersine, dini kendine uydurma çabaları, sistematik sömürgeciliğin sömürgecilerin çıkarlarına göre halkı aforoz ve dejenere etme çabaları büyük zararlara yol açmaktadır. Ne büyük bir acıdır ki, ülkemizdeki din anlayışı da bu anlattıklarımdandır. Ülkemizdeki din anlayışının da bir kaç grubun tekelinde, olması bu grupların İslâm dini hakkında her türlü yorumu yapmayı fetvayı vermeyi ve kendilerini hüküm koyucu olarak görmesi, tam da günümüzdeki etnikçi din sentezi adı altında ortaya çıkan gurupların, Emevilerin o ırkçı zihniyetini tekerrür ettirmektedir. Bu görüş,  kan ve gözyaşı, acı ve keder yaşatmaktadır.   Emevi’lerin bu ırkçı politikası, diğer halkları köleleştirici bir din maskesi ile kandırma çabası kan davalarının bir parçasıdır. Oysaki İslâm dininin ilke ve hükümleri, hiçbir kan davasını haklı görmez.  
16. Yüz yılın başlarında Roma Katolik Kilisesi, Papa X. Lao’nun liderliğinde cennetten arazi satmakla meşguldü ve Luther’ de bu işe yaman bozuk atıyordu. Hıristiyanlık için ciddi bir reform şarttı. Günümüz koşullarında ülkemizde de kadın çocuk ölümlerinin kan davalarının yaşanmaması için ülkemizdeki mevcut otoriteye sisteme de,  toplumun din anlayışına da ciddi bir reform gerek; çünkü din tüccarları mevcut sistemsel otoriteler toplumun manevi bütün değerlerine zarar verecek, gruplara dinin temsilcileri diyerek; çocuk, kadın ölümleri ve tacizleri bütün sapkınlıklar hiç bir şey olmamış gibi örtbas edilmeye çalışılmakta ve normalleştirme çabaları görülmektedir.  Şu andaki mevcut durumda din; tüccarların, gruplarının ve müritlerinin ve onlara tabi olanların vesayeti altındadır. Git gide de halkın inanç değer normlarının temeli boşaltılmakta ve kapitalizm kendine göre bir toplum yaratmaktadır.  
Bize düşen aydınlığı şiar edinmiş toplumum her ferdi bilinçli olarak ilim ve bilim ile teorik ve pratik bireysel ve toplumsal, sosyal çalışma sahası alanında mücadele etmek, insanlığı aydınlığa çıkartmaktadır, yoksa daha çok cennetten tapu satılır bu topluma, toplum o tapuyu almak için bir birini öldürme çabasına bir biri ile savaşır. Daha çok ölümler kan davaları yaşanır.  Kendini bilen bilinçli insanlara düşen de cehennemin tapusunu satın almak bir daha halkın o cehenneme girmemesi için sonsuza dek kapalı tutmaya kilit vurmaktır. Kan davalarının ülkemizde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde diğer yerlere göre sık rastlanmasında devlet otoritesinin bölgede adaletli varlığını yeteri kadar bulundurmaması yatmaktadır. 
Mağdur durumda olan insanlar suçlunun yeteri kadar cezalandırılamadığına olan inançlarından ötürü kendi kabuklarına çekilerek, yalnızlaşmakta ve böyle bir olayla karşılaştıkları zaman da sorunları kendi elleriyle çözme yoluna gitmektedirler. Bu durum ise karşılıklı olarak can alma yarışı haline gelerek uzun yıllar kan gütmenin sürdürülmesine neden olur. Son yüz yıldır hep söylenen şeyler. Buzun üzerine yazılıyor bu yazılar, ertesi gün güneş çıktığı zaman, o sözler de buzla beraber eriyip gidiyor. Peki, bu ülkenin sonu ne olacak? Bu ülkemize sahip çıkalım hep beraber sahip çıkalım, birbirimizi sevelim, sevilelim birbirimizin kusurunu affedelim, başka çaresi yoktur. 
Bu ateşin söndürülmesi lazım. Bu ülkede çok acılar çekildi. Yeteri kadar analarımızın ciğeri yandı.  Kardeşlerimiz dul, çocuklarımız yetim kaldı. Bütün bu yaşananlar Güneydoğu’daki ateş yüzündendi. 
  Kan davalarında,  davalı tarafların topluca cezalandırıldığı ya da göçe zorlandıkları, yakınları öldürülenlerin psikolojik olarak olumsuz etkilendikleri ve olayların ekonomik olarak ciddi olumsuzluklara neden olduğu şüphe götürmez gerçeklerdir. Olaylara karışanların aynı şartlarda, yine aynı eylemi tekrarlama eğiliminde olmaları ise bu intikam ateşiyle işlenen olayların neden uzun sürdüğünün bir göstergesidir. Sürekli her yıl yıllarca kan davası gündeme gelmiştir.  Belediye Başkanları, Kaymakamlar, Valiler hepsi de durumdan haberdar. Buna rağmen,  kan davası nedeniyle insanlar akrabalarıyla birlikte kenti terk etmek zorunda kalmış, işlerini ise aylarca kent dışından sürdürmeye çalışmıştır.
 Kan davalarının nasıl gerçekleştirildiği, insanların neden kan gütmek istemeleri yalnızca hukukun yetersizliği ve ihlali çerçevesinden bakılarak da anlaşılamaz. Devlet yetkilileri güvenlik güçleri korumasında her yere gidebiliyor, kan davaları ise hâl çözülmüş değil. ^
Köyde nişan evine maskeli saldırganlar tarafından kalaşnikoflarla yapılan saldırıda 6’sı çocuk 16’sı kadın 44 kişi hayatını kaybetmişti. İki aile akraba saldırganların arazi anlaşmazlığı nedeniyle araları açık olan akrabalardan bir taraf kızını köyden biri ile evlendirilmesini istediği, bu istekleri kabul edilmeyince nişan gecesi olayı gerçekleştirildiği söylendi. Aynı aileden, çoluk çocuk demeden 44 kişinin katledilmesi tüm Türkiye çapında İnfiale yol açmıştı.  Bu tür eylemlerin tahlili, hukuki ve ahlaksal yönünü aşarak sosyolojik, psikolojik ve ekonomik yönleri olan eylemlerle yapılmalıdır. Kan davası nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen olayın ayrıntıları yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlarken, kan davası gerçeği bir kez daha Türkiye’nin gündemine oturmuştur. 
Yüzyılların toplumsal hastalığı olan kan davası, Peygamber efendimizin Veda Hutbesi’nde lanetlemesine rağmen, çağdaş bir cahiliye âdeti olarak maalesef günümüzde de sürdürülüyor. Hâlâ insanın insanı acımadan öldürdüğü, sırf aynı kanı taşıdığı için masum insanların dahi katledildiği günümüzde, maddi ve manevi eğitime ağırlık verilerek insanların bilinçlendirilmesi gerekiyor. 
 Kan davaları, kendini kanıtlama peşinde olan bireylerin suça eğilimli yapısı gibi insana bağlı sebeplerle olduğu kadar (epidemik, nevrotik), aynı zamanda insanların içinde bulundukları ortamla ve çevresindeki diğer insanlarla da ilgilidir. Son bir yılda meydana gelen kan davaları ile ilgili dehşet verici olaylar, kamuoyunu dehşete düşürdü.
Akrabalık ilişkilerinin sıkı olduğu toplumlarda öç alma duygusundan kaynaklanan, misilleme biçimindeki karşılıklı cinayetlerle süren aile ve kabileler arası çatışmalara genel olarak kan davası deniliyor. Çatışmalar; kırsal kesimde belirli kaynakları kullanmak zorunda kalan gruplar arasında, bu kıt kaynakların bölüşümü üzerinde yaşanan problemler ile başlayabileceği gibi, bölgede ailelere parasal olarak katkı sağlayan başlık parası uygulamalarından ötürü yaşanan kız kaçırma olayları gibi sosyoekonomik sebeplerden ötürü de başlayabilmektedir. 
Hak arama sürecinin bulunmadığı, anlaşmazlıkların tarafları hoşnut edecek biçimde çözümlenmediği, hak ve adalet duygularının tatmin edilmediği hukuk sistemlerinde, bireyin hak ve adaleti kendi başına gerçekleştirme girişiminin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. 
Ekonomik yönü olmayan namus ve şeref gibi meseleler ve çeşitli geleneklerin yaptırımları gibi toplumsal algılamalarda kan davalarının başlamasında ve güdülmesinde önemli olmaktadır.  
İnsanın insanı acımadan öldürdüğü, sırf aynı kanı taşıdığı için masum insanların katledildiği kan davası, cahiliyenin adetlerindendir. Kan davalarında ölenlerden geride kalanlar göçe zorlanmaktadır. Kan davasının sosyolojik, antropolojik boyutu anlatılmadan, çalışmalar yapılmadan meselenin sadece dini boyutu ile çözülmesi de imkânsızdır!  
Son bir haftada meydana gelen kan davası olayları, kamuoyunu dehşete düşürdü. Kan davalarının sosyolojik yönlerinden birisi de çevrenin bireyi öç almaya veya göçe teşvik etmesidir. Olayın meydana geldiği ortamda bulunan bireylerin toplum tarafından baskı altına alınması ile bireyler bu tür olayları gerçekleştirmektedirler. 
Memlekette aynı aileden 5 kişinin başından vurularak öldürülmesi, kan davasından kaçarak başka bir şehre yerleşen bir kişinin camide Kur’an okurken ensesinden vurularak öldürülmesi ve son olarak Hazro Belediye Başkanı’nın kan davası yüzünden görevini bile yerine getiremediğinin ortaya çıkması, Türkiye’nin kangrenleşmiş yaralarından olan kan davasını gün gibi ortaya sermiştir. Ayrıca bu tür olaylar, toplumda mümtaz bir sınıf içinde yer alamadığını düşünen bireylerin yalnızlık psikolojisine kapılarak anlık tepkileriyle de ortaya çıkabilmektedir. 
 ‘Irz, iffet ve namus’ gibi ahlaki değerler ile ilişkisi bulunmayan tamamen doğmatik, etik  olmayan gereçlerle hareket eden ve sorunu sadece din, mahalle örf ve geleneklerin etkisiyle işlenen namus cinayetleri konusuyla ilişkili görmekte yanlıştır.  
  Toplumda kan davasının önlenmesi için, halkın eğitilmesi, okuması hukuk düzenine, devletin kanunlarına ve tarafsız mahkemelere güvenmesi ne kadar gerekli ise; devletin ve kanunun cinayetleri suç mağdurunu ve vicdanı tatmin edici ölçüde cezalandırması, bu konuda suç mağdurlarının haklarını gözeten adil ve hakkaniyeti gözeten bir yargılama ve cezalandırma politikası izlemesi de o kadar önemlidir.  
Ne din, ne de hiç bir bilimsel gerçek cinayeti emretmez ve onaylamaz; sebep ne olursa olsun cinayeti basit ve normal saymaz. Din, aslında namussuzluk ve iffetsizliği cinayet olarak görür. Bu cinayeti manevi tedbirler ve vicdan müeyyidelerle kökten engeller. Araştırma alanım olarak seçtiğim kan davaları olgusunun altında yatan dini, maddi, manevi sosyal, kültürel ve ekonomik etmenler bu olayların neden bu coğrafyada daha çok ortaya çıktığını göstermektedir.  
Namus cinayetlerinin kurbanları, aslında bilgisizliğin, cehaletin reklamcılığın kurbanıdırlar. Ocakların söndüğü, yuvaların yıkıldığı, dul bacıların çığlık attığı, gözü yaşlı annelerin ağıtlar yaktığı 44 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir töre cinayeti tüm ülkede olduğu gibi nefretle kınıyorum.
 Kan davalarının grup içi ilişkilerden ortaya çıkan süreçlerine bakıldığında kan davaları çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır; arazideki mahsulü diğer ailelerin mallarından ve canlarından koruma isteği; gücü elinde hissedenlerin hayvanları otlatma ve mera alanlarını yasadışı bireyler tarafından sürülmesi, ekilmesi, biçilmesi meraların gasp edilmesi.
 Örneğin;  “Tarlamın sınır ucunda olan boş mera boşluğu tarlama sınır olduğu için bana aittir,” demesi gibi.  Eğitim, adalet, devlet denetim eksikliği ve belirsizliğinden doğan anlaşmazlıklar; muhtarlık seçimlerinin ortaya çıkardığı gerilim ile köyün birbirine muhalif iki ayrı gruba ayrılması; köy yerleşmelerinde yerel otorite paylaşımından ortaya çıkan gerilim; zengin yerleşmelilerin diğerleri tarafından istenmemesi; namus hususundaki göreceli hassasiyet vs.  
Anne- baba şefkatinden mahrum büyüyen yetim yavruların dünyalarını karartan zalimlere hak ettikleri cezaların devlet tarafından verilmelidir. 
“Henüz dünyaya niçin geldiğinin farkında olmadan hayata veda eden minicik, masum yavruları mezara gönderen zalimlere lanet olsun!” diyorum.
 Bölgenin en önemli sosyoekonomik sorunlarından biri; tarım topraklarının işletim ve mülkiyetlerinde belirgin olarak görülen dengesiz dağılımdır. 
Adalet Bakanlığı’nın 13 Eylül 2019’da komisyona gönderdiği rapor, Türkiye’deki kan davalarının haritasını il il ortaya koydu. “Kasten adam öldürme suçunu kan güdme saikiyle” işleyen kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiği anımsatılan raporda, bu hükmün değiştirilmesi konusunda uygulayıcılar ile konunun diğer paydaşlarının talepte bulunmadıkları anlatıldı. Bu nedenle kan davası cezaları konusunda yürütülen bir çalışma veya gelecekte yapılması planlanan mevzuat çalışması olmadığı belirtilirken, kan davalarının önlenmesi amacıyla yürütülen bir çalışma bulunmadığı ifade edildi.  Bu durum bölgede birçok sorunun ana kaynağı olduğu gibi kan davalarında da belirleyici olmaktadır.  2527 soruşturma Adalet Bakanlığı raporunda 2010’dan 18 Temmuz 2019’a kadar işlenen kan davası suçlarına ilişkin detaylı istatistikler yer aldı. Rapora göre bu tarihler arasında 2527 soruşturma dosyası açıldı, 3766 suçtan 2270 kişi hakkında soruşturma yürütüldü. 2010’da 261 dosyada 485 suçtan 216 şüpheli soruşturuldu. Kan davası soruşturmalarının zirveye çıktığı yıl 2017 oldu. Söz konusu yıl 395 soruşturma dosyası açılırken, 624 suçtan 348 kişi soruşturuldu. 2018’de bu sayı 267 dosyada, 317 suçtan 223 kişiye düşerken, 2019’un ilk 7 ayında 91 dosyada 112 suçtan 88 kişi hakkında soruşturma açıldı. Rapora göre 2010-2019 arasında 464 dava dosyasından mahkûmiyet çıktı. 1392 ayrı suçtan 871 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Diğer dava dosyalarının mahkemelerde görülmesi devam ediyor. Verimli bir tarımsal işletime el vermeyen topraklar üzerinde küçük bir azınlığın, toprakların büyük bir kısmı üzerindeki hâkimiyeti ve denetimi birtakım husumetleri beraberinde getirmektedir. Ankara İzmir Samsun Raporda, kan davası suçunun işlendiği iller arasında Diyarbakır ilk sırada yer aldı. 2010’da Diyarbakır’da 52 kan davası soruşturması açılırken, 128 suçtan 31 kişi soruşturuldu. 20 dosya 106 suç ve 13 kişi ile Ağrı ikinci sırada, 29 dosya 54 suç ve 30 kişi ile İstanbul üçüncü sırada yer aldı. 2011’de Diyarbakır, Şanlıurfa, Ağrı, 2012’de İstanbul, Şanlıurfa, Diyarbakır, 2013’te İstanbul, Diyarbakır, Şanlıurfa; 2014’te İstanbul, Aydın, Diyarbakır, 2015’te İstanbul, Şanlıurfa, İzmir, 2016’da Şanlıurfa, İstanbul, Diyarbakır, 2017’de İzmir, İstanbul, Diyarbakır, 2018’de Diyarbakır, Ankara, İstanbul, 2019’un ilk 7 ayında İstanbul, Şanlıurfa, Bingöl ilk 3 sırada yer alan iller oldu. Son yıllarda Ankara, İzmir, Aydın, Balıkesir ve Samsun gibi iller ilk 5 il arasına girdi.
Kimi var ki; “Tarlamın sınırında olan boş merada benim,” diyor. “Tarlamın uç sınırından ötesi de bana ait,” diyor. Bu toprakların mülkiyet biçimine bağlı olarak gelişen yapı ise kapalı toplumlarda bir takım sosyal bağımlılık ilişkilerini beraberinde getirmektedir.  Çocuk fail de var. Kan davasında çocukların kullanılması da rakamlara yansıdı. 2010 ila Temmuz 2019 arasında sonuçlanan davalarda mahkûmiyet kararı verilen 871 kişiden 10’u 12-15 yaş aralığında. 53 çocuk ise 15-18 yaş aralığında bulunuyor. 12-15 yaş arası 10 çocuk 10 davada 18 ayrı suçtan, 15-18 yaş arasında 53 çocuk da 52 davada 76 ayrı suçtan mahkûmiyet aldı. Mahkûmiyet alan 808 kişi 18 yaş ve üzeri. Bu durum ise az gelişmiş toplumlarda, yoksun olan bireyselleşme ve demokratikleşme hareketlerinde ise ciddi bir engel oluşturmaktadır.  Hesaplaşma batı illerinde istatistikler, kan davalarının metropoller başta olmak üzere batı illerine de kaydığını ortaya koyuyor. 
Doğu ve Güneydoğu’da başlayan kan davalarının batı illerinde hesaplaşmaya dönüşüp cinayetle sonuçlandığı ve Batı’ya göç eden feodal aile yapıları arasında kan davalarının hâlâ devam ettiği değerlendirmeleri de yapılıyor. Kan davası soruşturmalarında İzmir, Ankara, Balıkesir, Aydın, Samsun gibi illerde ilk 5’e girmesinin bu öngörüyü güçlendirdiği belirtiliyor. Bölgede etkin olan geleneksel yapı, kırsal kesimde toplum yapısına büyük oranda rengini vermektedir.  Kapalı toplum yapısını muhafaza eden bölge halkının uzun bir geçmişten bu yana aşiret, ağalık derebeylik gibi feodal kurumlara olan bağlılıkları kapital sömürgeci sisteme hizmeti ve toplumsal yaşamın her safhasında yansıma bularak bireyleri etkilemekte ve bir birini yok eden modern köleye dönüştürmektedir. 
‘Bize düşen barış ortamına katkı sunmaktır.’ 
Elbette bölgede yaşayan biri olarak bu bölgede barışı sağlamak kolay değil. Lakin unutulmamalı ki büyük başarılar büyük emek ister. Kan davaları modern toplumların değil, gelişmekte olan toplumların önemli bir sorunudur. Toplum yapısındaki kuvvetli dayanışma, olaylara karşı ortak tavır alma eski geleneklerin ürünüdür. 
‘ Gelin barış kararı alın.’
  Barış, affetmektir, insanı zayıf düşürmez ve küçültmez. Aksine kuvvetli yapar. Barışta emeği olanlara her zaman teşekkür ederim. El sıkışarak barışan aileler, çifte bayram yaşar, kimki kan davalarını engeller ve barışa katkı sağlarsa ona minnettarım. Kan davaları kırsal geleneksel bir olgu olduğuna göre kırsal geleneksel sistemsel alanın gerçekleri ile irdelenmelidir. Türkiye’de kan davası geleneğinin sosyolojik çözümlemesi bir aciliyettir.  
Yasalar ve uygulamaları, olaya maruz kalan tarafların öç alma güdüsünü ortadan kaldıramamaktadır.
 Feodalite sözcüğünün kökeni latince ‘feodum’dan gelmekte olup, ‘tımar’ ya da ‘hükümdardan alınan toprak’ anlamlarına gelmektedir. 
Öyleyse toprağa dayalı bir üretim biçimine dayanmak, merkezi otoriteden toprak almak ve merkezi otoriteden bağımsızlaşmak, feodal toplumsal yapıyı belirleyen ölçütlerdir. Prens Sabahattin’in “adem-i merkeziyet” kavramı, gerçekte feodal toplumsal yapıya karşılık gelmektedir. Daha da tetiklemekte, Gelenekler, töreler bölgede yasaların bile önündedir. Bunun için söz konusu toplulukların anlam dünyalarına da inmek zorunludur. Bölgelerimizde devlet otoritesi, güçlü olduğu halde,  kendi gücünü olumlu sağlıklı yönde uygulayamamaktadır. Anadolu’nun kırsal alanlarında güvenlik güçleri sayıca son derece yeterli kalmakla birlikte, arzu edilen hız ve etkinliğe sahip olup adil müdahil olmayışında. Siyasal Otorite de bir ihmal var.  Merkezi otoritenin güçlü olması birinci olarak yaşamlarını güvenceye almak isteyen ülke insanlarını ‘etnik ve dinsel temelli’ küçük otarşik gruplara, aşiretlere ve geniş aile yapılarına kökten bağlılığa doğru itmektedir.  
Toplum yapılarını oluşturan sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal idari koşullar, toplumsallaşma sürecinin aracılığıyla şiddete dayalı davranış biçimlerini belirleyebilmektedir.  Merkezi gücün gücüne ve zora bağlı olarak genel bir güvensizlik ortamının oluşması bölge insanlarını silahlanmaya zorlamaktadır. 
Üçüncü olarak ise; siyasal ve hukuksal denetim yokluğu, ülke insanlarının merkezi otoriteden bağımsız bir hukuk sistemi oluşturmalarına, bağımsız bir suç tanımı yapmalarına ve bu suç tanımına bağlı işlenmiş eylemleri, kendilerinin cezalandırmasına zemin hazırlamaktadır.  Çözümsüz tahlil siz merkezi otoriten kaynaklı her zoraki eylemde karşı bir başkaldırıyı tetiklemektedir.  
‘Her yasak kendi isyancısını yaratır.’ 
  Feodal toplumsal yapıya bağlı olarak ortaya çıkan diğer kültür sistemleri ve bu sistemlerin kan davası geleneğiyle olan ilişkisi alt başlıklar biçiminde şöyle değerlendirilebilir. 
Değişime karşı dirençli yapılarını muhafaza eden yerleşim yerlerinde aileler bireyin üstünde olup bireysel kişilikleri sindirmektedir. 
Toprak ağalığı, feodal toplumsal yapının ürettiği bir toplumsal statüdür.
 Geniş toprakların mülkiyetinin özel kişilere geçmesi ve sonrasında merkezi otoritenin ekonomik ve hukuksal denetiminin söz konusu topraklar üzerinde zayıflaması, toprak ağalığının ekonomik ve hukuksal gücünü arttırmış ve toplumsal saygınlığını yükseltmiştir. 
Aileler arasında olası bir çatışma durumu etkisini en fazla birey üzerinde hissettirir. 
Kan davasının görüldüğü ülkemizde büyük toprak sahiplerinin ya da ağaların egemenliği devletin eli ile çok büyük bir etkiye sahip. 
Merkezi otoritenin kuvvetli olması, ülkemizde geniş insan kitlelerini toprak ağalarına öncelikle ekonomik açıdan bağlatmaktadır. 
Ortak çıkarlara karşı bir saldırı durumunda değer ve normlarla şekillenen davranış rolleri, kolektif tasavvurlar halinde tüm güçlerini bu olaylar karşısında seferber etmektedir. 
Köylülerin her an aşiret reislerinin emrinde bulunması ve gerektiğinde silahlarını kapıp seferber olmasının altında, büyük toprak sahiplerine olan bağlılıklar yatmaktadır. Bu sistematik sosyolojik yaşamsal bağlılık, insanları kendi ağa ve reisleri yolunda canlarını bile vermelerinin alt yapısını oluşturmaktadır. 
Feodalite; ağalık, derebeylik, aşiretçilik, kırsalda yalnızca toplumsal bağlılığı sağlayan bir unsur değil, aynı zamanda bireysel tutumları da etkileyen bir örgütlenme biçimi olarak legal olana karşı durmaktadır. 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet eli ile toprak ağaları ve aşiret resileri kendi nüfuz bölgelerini arttırmak için birbirleriyle olan mücadelelerinde halkı araç olarak kullanmaktadırlar. 
Söz konusu bölgenin ülkenin diğer bölgelerden farkı, bölgede yaşayan toplumun büyük bir bölümünün davranışları üzerinde kendini hissettiren ve gelenekselliğin sürekliliğini sağlayan bir gruplaşma biçimi olan aşiret bağıdır. 
Topraklarını genişletmek tutkusunda olan toprak ağaları, herhangi bir köye gözlerini diktiklerinde aileleri birbirine düşürmek için ellerinde bulunan her olanaktan yararlanmaktadırlar. Böl parçala yönet. Kırsalda yaşayanların büyük bir çoğunluğu kendisini bağlı olduğu aşiretin üyesi olarak görmektedirler ve aidiyetini böylece kurmaktadır. Ortaya çıkan bu olgu, toprak ağalığının yapısı gereği kan davası geleneği ile uzlaşan ve onu sürdüren toplumsal bir statü taşıdığını göstermektedir. 
Kurumlaşmış bir dayanışmayı devam ettiren bu bağlılık bölgede bugün de etkinliğini korumaktadır. Güçlü aşiret bağı, insanlar için güvenlikten, barınmaya birçok alanda işlevsel olan bir toplumsallaşma düzeneği olarak görülmektedir. Bu kadar yüksek derecede ki aşiret bağlılığı, kişilerin hangi partiye oy vereceklerinden, evlilik ve daha birçok alanda belirleyici çeşitli yükümlülükler de getirmektedir. Kan bağına dayalı olması nedeniyle aşiretçilik ve geniş aile dayanışması, toplumumuzda özellikle ortak saldırı ya da savunma durumlarında belirgin şekilde yaptırım ve yükümlülükleriyle bağlayıcı bir rol oynar.  Gelenek, sosyolojik kuramlar, suç davranışının sosyo-kültürel belirleyiciliğine vurgu yapar. 
 ‘Ayrımsal Birleşimler Kuramı’na göre suçlu davranış, bireyin toplumsal etkileşim süreci içinde öğrendiği bir davranıştır. 
Yasaları çiğneyen bireysel davranış büyük ölçüde suçlu kişinin çevresinde egemen olan değer sistemleri ve davranış kalıplarından kaynaklanmaktadır.
 Yaşlı olana gösterilen saygı ve hürmet, bireysel kişilikler üzerinde bir baskı unsuru oluşturmaktadır. Yaşlı egemenliği kan davası ve benzeri olaylarda aile içi itirazı engelleyerek, bireylerin olayları sübjektif bir biçimde değerlendirmelerinin önünü kesmektedir. 
Yasaların ihlal edilmesini olumlu kabul eden yaklaşımlar ve tanımlar, yasaların ihlal edilmesini olumlu görmeyen yaklaşım ve tanımlardan fazla olduğu zaman kişi suç işlemektedir. Durum böyleyken biz gerçekten suçun nedenini bulmak istiyorsak, daha genel süreçler aramalı ve suçun kültürel bir etkilenim çerçevesinde bir öğrenme faaliyeti olarak ortaya çıktığını dikkate almalıyız. Bu durum ise ailede tek yönlü öç düşüncesini devam ettirerek tarafların hiç bir gerekçe sorgulamadan kan gütmelerinde etkili olur. Suç davranışı öğreniliyorsa ve kişinin içinde bulunduğu kültürel yapı tarafından belirleniyorsa, öncelikle kan davası geleneğinin ortaya çıktığı kültürel yapı incelenmelidir. 
Feodal toplumsal yapı, yerel kültür unsurlarının ulusal ya da merkezi kültüre göre çok daha belirleyici olduğu ilişkiler sistemidir. Kan gütme olaylarının temel nedenlerinden birisi de halkın büyük bir çoğunluğunun okumadığı eğitimsiz olmasıdır. Siyasal birlik kurulamamış olduğu için, siyasal birliğin taşımakta olduğu ulusal kültür unsurları yerel kültür unsurları karşısında yaşama ve güçlenme olanağı bulamazlar. Feodal bir toplumsal yapıda yerel kültür daha güçlüyse, bireyin dünyaya bakış açısını, kişisel değerlerini, inanç sistemlerini vs. Biçimlendirecek olan öncelikli olarak yerel kültür unsurlarıdır. 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ekonomik yönden olduğu gibi sağlık ve eğitim yönlerinden de ülkenin en geri kalmış bölgesidir.  Türkiye’nin kırsal bölgelerinde İslam gelenekleri, medeni kanunun önündedir. 
Birey, ‘ya bu deveyi güdecek, ya bu diyardan gidecektir’ Kısacası feodal toplumsal yapıda bireyler yalnızca yerel kültürün parçası olarak var olabilmektedirler.
 Eğitim, bireyin tutum ve davranışlarını olumlu yönde değiştiren uzun bir süreçtir. Bireyin eğitilmesi okuması gelişmesi onun insanlık değerini de kavramasında itici bir güçtür. Bu güç kan gütme olaylarında suçların azalmasını sağlar. 
Kan davası geleneğinin görüldüğü bölgelerde ilk olarak silah taşıma geleneği bulunmaktadır. Silah taşıma geleneği, merkezi ya da yerel otoritelerin ihmalkâr kalması sonucu oluşan genel güvensizlik ortamında güvenlik ihtiyacının bir ürünü olarak görülmelidir. Karadeniz, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerimizde çocuklara küçük yaşlardan başlayarak silah kullanma öğretilmektedir. 
 ‘At-avrat-silah’ geleneği, kişisel anlaşmazlıkların silah yoluyla çözümüne neden olacak toplumsal zemini hazırlamaktadır. Olaya karışanların çoğunluğu genellikle okuma-yazma bilmeyen ya da ilkokul mezunu bireylerdir.  Türkiye’de kan davalarının görüldüğü bölgelerde yerel kültür öğelerinin şiddete yönlendirici eğilimleri bulunduğu söylenebilir. Eğitimin yetersizliği bu bireyleri kendi dar dünyalarına iterek hırçınlaştırmaktadır. Olayların gerçekleştiği yerleşim birimindeki aileler çocuklarını okula göndermek yerine onları aile içinde tutma eğilimindedirler. Kan gütme olayına karışmış ailelerde erkek çocuklar sözlü telkin, kanlı gömleklerin belirli aralıklarla gösterilmesi, öldürülen kişinin fotoğraflarının duvara asılması ve mezar taşlarına resimler koyulması yoluyla kan davasını sürdürmeye zorlanmaktadır. Böylece hem ekonomik olarak, hem de sayıca üstün hale gelerek çatışma halinde oldukları kan davalılarına karşı güç elde etmeyi yeğlerler. Ülkemizde bir insanın babasını ya da kardeşini öldüren bir kimseyi adliyeye bırakması bölgenin geleneklerine ters düşmektedir. Babası öldürülen kişi, öcünü yalnızca kendisi aldığı zaman saygınlık kazanabilir. Bekarsa ancak o zaman evlenebilir. Kendisine kız verilir, feodal toplumsal yapının üretmiş olduğu yerel geleneklerin bu bölgelerdeki kan davası olgusunu diri tutan bir içerik barındırdığını göstermektedir. 
Türkiye’de kontrolsüz silahlanma sonucunda ki bireysel silahlanma, kırsal alanda bireyleri cesaretlendirerek aralarında daha önceden husumet bulunan bir sebepten ötürü başlayan olaylarda kan dökülmesine yol açar. Geniş Aile ve Aşiret Yapısı Merkezi otoritenin hukuksal ve siyasal denetiminin yetersiz kaldığı ve yaşam koşullarının ekonomik açılardan zorlaştığı bölgelerde toplumsal yapı, aile üyelerinin ortak çıkarlar çerçevesinde güçlerini birleştirmelerini zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte dayanışma birimi olarak ortaya çıkan aile yapılarında her bir üyenin kişiliği, ailenin genel kişiliği altında yok olmaktadır. Her bir üye, ailenin bütünü için vardır. Birçok olayda görülmüştür ki işlenen cinayetlerde resmi olmayan yollarla edinilen ateşli silahlar başrol oynamıştır. Bunun dışında, aile üyelerinin nadiren de olsa topluluğun genel duruşundan bağımsız kalmasına olanak yoktur. 
Geniş aile yapıları ve aşiret örgütlenmeleri, bireylerin bağımsız kişilik geliştirebilmelerinin önündeki en büyük engeldir. Çünkü insanımız için silah en iyi dosttur ve bir defa çekildi mi kullanma zorunluluğu gerektirir. Bununla bağlantılı olarak bölge insanının karakterine işlemiş olan kabadayılık ve hırçınlık, hakaretin söz konusu olduğu bir tartışmada kanlı çatışmalara yol açabilmektedir. Durum böyle olunca aile ve aşiretler arasında süren kan gütme geleneğinin, ailenin ilgili ya da ilgisiz her bir üyesini hedef alması ya da eyleme yönlendirmesi kaçınılmazdır.
Doğu’ya göre Batı Hukuku’nda insan hayatına ve sağlığına karşı işlenen suçlar tamamıyla kamu düzenini ihlâl ve kamu davası mahiyetinde görüldüğü, suçlunun cezalandırılması veya affedilmesi konusunda tek yetkili merci olarak devlet tanındığı, suç mağduruna bu konuda herhangi bir söz hakkı tanınmadığı için, cinayetlerde suç mağdurlarının hakkı büyük ölçüde ihlâl edilmeye başlanmıştır. 
Geniş aile yapıları ise kan davası geleneğinin görüldüğü bölgelerimizde varlığını sürdürmektedir.  Hâlbuki bir cinayette, öncelikli olarak mağdur olan, maddeten ve manen yıkıma uğrayan, öldürülen kimsenin yakınlarıdır.  Kan davasının en çok görüldüğü yer Güneydoğu Anadolu bölgesidir. Öte yandan kan davası aşiret yapısı güncelliğini koruyan bir örgütlenme biçimi olarak göze çarpmaktadır. 
‘Ateş düştüğü yeri yakar’ atasözümüz bu gerçeği vurgulayıcı niteliktedir. Örnek olarak kan davası geleneğinin sürdüğü Mardin, Adıyaman, Şanlıurfa ve Diyarbakır’da %60 başlayan ve %83’e kadar çoğalan oranda aşiret örgütlenmesine dayalı köyler bulunmaktadır.  Ölenin yakınları için hukukun tanıdığı tazminat hakkı ise çok sınırlı kalmakta, hele suçlunun birkaç yıl hapis cezasıyla cezalandırılması veya rastgele çıkacak bir af kanunuyla affedilmesi halinde, alınacak tazminat da anlamını yitirmektedir.  Ortaya çıkan tablo, aşiret ve geniş aile türünden örgütlenmelerin, üyelerini kan davası geleneği kapsamında adam öldürmeye yönlendirebildiklerini ortaya koymaktadır. Bu durum haliyle kişileri, devletin ve kanunun vermediği cezayı şahsen verme ve suçludan şahsen intikam alma gibi bir yanlışlığa sevk etmektedir. 
‘Hukuk sistemindeki boşluklar’ Kan davası geleneğinin hukuksal bir incelenmesi, feodal toplumsal yapıdan görece bağımsız olarak değerlendirilebilecek başka bir sosyolojik olguyu daha gündeme getirmiştir. Kan davası geleneğini besleyen söz konusu sosyolojik olgu, suç ve ceza ilişkilerinde karşılaşılan boşluklardır. Suç mağduru, şahsen intikam almakla kendini hem savcı hem hâkim hem de infazcı yerine koymakta, böyle bir durum da bir yandan hukuk düzeninin ihlâline ve maksadı aşan ölçüsüz tepkilere, diğer yandan sonu gelmez karşı cinayetlerin başlamasına ve suçsuz kimselerin haksız yere öldürülmesine yol açmaktadır. Hukuk sisteminde cezaların caydırıcılıktan uzak olması, “adaletin yerine getirilemediği” görüşünün halk arasında yayılmasına ve pekişmesine nesnel bir zemin hazırlamış durumdadır. Hâlbuki hukuk güvenliğinin lüzum ve önemini benimseyen her hukuk düzeninde suçlunun âdil, objektif ve tarafsız delil ve ölçülere göre devlet tarafından yargılanması esastır. 
‘Genel yoksulluk’ Kan davası geleneğinin toplumsal yapıyla olan ilişkisini inceleyen sosyolojik araştırmaların ortaya koyduğu başka bir değişken, genel yoksulluktur. Bu araştırmaların sonuçlarına bakıldığında kan davası geleneği en çok Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde görülmektedir. Kan davası bir şiddet eylemi olup, bu şiddet de sebepsiz değildir. Kan davası geleneğinin görüldüğü gölgelerde köylüler en temel yaşamsal gereksinimlerini zorlukla karşılamakta ya da bu gereksinimlerini karşılayabilmek için birbirleriyle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. 
Yaşamak için gereken temel malların sınırlı olması, insanlar arasında cinayetlere neden olacak gerginliklerin ortaya çıkmasında belirleyici etmenlerden birisidir. Doğu ve Güneydoğu’nun genel yapısını oluşturan yoksulluk, köylerin dış dünya ile kısmen de izole olması, yalnızlık içine itilmiş ötekileştirilmiş insan yığınlarının çokluğu, durağanlık, eğitim düzeyinin düşük oluşu,  tevekküle dayalı bir dünya görüşünün kırsal kesimde hâkim olması gibi kan davalarına zemin hazırlayan koşullardır.  Yoksulluğun yaygın olduğu bölgelerimizde şiddet, günlük yaşamın ayrılmaz bir öğesi durumuna gelmiştir. Arazi ve sınır anlaşmazlıkları, bir ağaç ya da bir hayvan yüzünden çıkan cinayetlerin altında yoksulluktan ileri gelen nedenler de bulunmaktadır. Kan davası güden aileler en çok ekonomik ve sosyal yönden mağdur olurken bu davalarda en çok zarar gören ise kadınlar ve çocuklardır. 
Yoksulluk, aileleri birbirlerinin elindeki malları zor ya da hile yoluyla ele geçirmeye zorlamaktadır. Eşi öldürülen ya da kocası hapishaneye düşen kadın bu olaylar sonucunda evini geçindirmek zorunda kalırken, çocuklar ise kan davası yüzünden eğitimlerini arzu edilen düzeyde sürdürememektedirler. Kan davasının görüldüğü bölgelerimizdeki genel yoksulluk nedeniyle gerçekte her bir aile kendi çıkarları için diğer aile üzerinde acımasız hesaplar yapmaktadır. Öldürülme korkusu, taraf ailelerin psikolojisini bozarak kişileri saldırganlaştırıp, toplumun barış ve huzurunu tehdit edecek boyuta ulaşabilmektedir. Yoksulluk ortamında köylüler, iki hasım ailenin ekonomik ve toplumsal açılardan zayıflamasından yararlanarak, yenilen tarafın terk ettiği “malların” bir bölümüne ucuzdan konmak umudunu taşımaktadırlar.
 Kız kaçırma olgusunun altında bile genel yoksulluktan kaynaklanan nedenler bulunabilir. Zira kız kaçırmak  köylülüğe dayalı toplumsal yapıda tarafların işgücüne bedel ödemeden el koyma girişimidir. Kendini ispat etmek isteyen bireyin bu tür bir olaya karışması kendisinden çok ailesini etkiler. 
‘Eğitimsizlik’  Kan davası geleneğinin sosyolojik nedenlerine ilişkin olarak saptanabilmiş son değişkenlik, eğitimsizliktir. Fail cezaevine girerken geride kalan ailesi ise kimi zaman bulunduğu yerden göçe zorlanmaktadır.  Kan davasına dayalı cinayet suçlarından hüküm giymiş mahkûmların %70’ nın eğitim düzeyi ilkokul mezunu ya da ilkokuldan terk iken; lise ya da yükseköğretim düzeyinde kan davası hükümlüsüne rastlanmamıştır. Direnen ailelere karşı ise mağdur durumda olan taraf bunu bir gurur, otoriteye başkaldırı şeklinde algılayarak yıllarca sürebilecek olayları körüklerler. 
Kan davası geleneğinin eğitim kurumuyla ilişkili bulunması, eğitim kurumunun yüklenmiş olduğu sosyolojik işlevlerin bir yansıması olarak kabul edilmelidir. Buna göre eğitim kurumunun birinci işlevi, bireyi yerel ya da ilkel kültür unsurlarından bağımsız duruma getirerek, çağdaş uygarlık değerleriyle tanıştırmaktır. 
Kan davalarında namus yüzünden işlenen cinayetlerden farklı olarak, ailenin en büyük bireyi hedef seçilir.  Bireyin dünyaya bakış açısını genişletmek, toplumun genel kültürüyle bağlantısını sağlamak ve ona demokratik kişilik özellikleri kazandırmak eğitim kurumunun en belirgin toplumsal işlevleri arasındadır. Aileden kalan bir miras gibi kuşakları etkileyen ve intikal kan davaları, olaya maruz kalmış kişilerle birlikte başka yerlere göç etmektedir. Eğitim sosyolojisi alanında günümüze kadar yürütülen araştırmalar, eğitim kurumunun söz konusu işlevleri taşımakta olduğunu uygulama alanında kanıtlamıştır.  Tarafların köyden kente taşınmasıyla intikam alma güdüsü de yolculuk eder. Kent kültürü bu insanları ve değerlerini eritmek yerine köylünün yerel kültürüne, zevk ve değerlerine hapsolur. Böylece yerel kültür, küresel kültüre direnmeye devam ederek kan davasının varlığını yalnızca kırsalda değil metropollerde de sürdürür. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, eğitim olanaklarından çeşitli nedenlerle yararlanamayan insan kişiliklerinin şiddete dayalı yerel kültür öğelerine bağlı olarak biçimleneceği açıktır.  Toplum yararına yapılan bütünleştirici yayınlar insanları geleneksel yaşantılarından uzaklaştırarak, bu olaylara karşı daha akılcı, mantıklı ve bilinçli bir şekilde yaklaşılmasına katkı sağlayabilirken, toplum üzerinde önemli bir etkisi olan medya kan davaları ve töreye bağlı olan olaylarda destekleyici, özendirici rol oynamaktadır.  Bugün televizyon haberleri ile dizileriyle özendirilen aşiret yapılanması, törelerin gücü ve etkisi gibi reyting arttırma aracı olan unsurlar kan davasına karışmış olan grupların zihinlerine işlenerek bu olayların tekrar canlanmasına yardımcı olur.  Görsel yayınlarda kan davalarının işlenmesi, eğitimsiz bireyler üzerinde olumsuz etki yaparak onların popüler olma duygularını kamçılar. Dileğim bu sorunların çözülmesi yönündedir. Ancak ”Sosyo-ekonomik kökenli sorunlarından olan kan davası gibi toplumda kanayan bir yaranın çözümü için tek bir yasanın çıkartılarak olayları çözümlemek te olanaksızdır. Hem memleketimizde uzun zamandır yaşattığı travmadan kurtulma gayreti hem de eğitim sayesinde bilinçlenen yeni fertler bu katı sorunun artık çözme gayretini göstermelidir. Ancak ülke düzeninin tamamen bir demokratik alandan çalışmadan geçmesi gerekiyor ki bir şeyler değişsin bir şeyler düzelebilsin.  Zira bilimsel sosyolojik çalışmalar yapıldığı ve bunu izleyen çalışmalar hayata geçirildiği takdirde bu mesele muhakkak çözülecektir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yasa koyucular ve ülkenin yetkilileri bu tür olaylara daha akılcı bir şekilde yaklaşmalarıdır. Görüştüğüm tüm kişiler severek ve önemseyerek sorularıma cevap vermiştir. Ümit ederim ki, bu çalışmam sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır. Böyle bir ümidi kuvvetle beslemekteyim. Doğrudan yapılan müdahaleler belli bir yere kadar başarı sağlarken, kan davalarının sadece önleyici ve cezalandırıcı önlemlerle önlenemeyeceği 1964 yılındaki genelgeyle dile getirilmiştir. Fark ettiğim önemli bir husus şudur ki halkımın bu meseleye gösterdiği alakadır. Sorunların başta failleri olmak üzere halkımız işkiyakla bu meseleden kurtulmaya çalışmalıdır. Bugün hemen herkes bu kötü gelenekle mücadele için ağırlaştırılmış hukuki yaptırımlardan çok, uzun vadeli bir sosyo-ekonomik politikaların uygulanmasıyla başarı sağlanabileceği konusunda hemfikir olacak çalışmalar yapılmalıdır. Araştırma çalışmamı yaparken Görüşmelerimde dâhilinde Kürtçe ve Türkçe dillerini kullandım. Çoğu vakit halk içerisinden gönüllü olarak bana rehberlik edenler oldu. 
Velhasıl uzun denebilecek bir zaman zarfında halkın içerisinden biri olmam münasebetiyle örf ve adetlerimizi bildiğimden, baştan sona kadar gayret ettiğimden doğru bir gözlem yaptığımın inancındayım. Alan araştırmam, kan davasının sosyo-kültürel, hukuksal ve siyasal toplumsal olmak üzere çeşitli boyutlarına ışık tutmak amacıyla sınırlı olup bu tür olayların bir daha yaşanmaması yolunda fikri bir çabanın ürünüdür. Kan davasını doğuran asıl sebepleri tespit etmek hem önceden hazırlamış olduğum soruların cevabını almaya çalışıyordum. Hem de sohbetin doğal akışı içerisinde doğan özel sorular rahatlıkla açıklık kazanıyordu. Buna rağmen bazı aileler başlangıçta rahat davranmayarak çekingen tavır sergilemişlerdir. Elbette ki bu tür olayların çözümü için fikri çabanın ötesine geçilmelidir. İzlenecek yol öncelikle temel sorunların saptanması, bunların öncelik sırasına koyulması ve ardından da en verimli yollarla bu olayların çözülmeye çalışılması olmalıdır.  Yıllar boyunca bölgede sorunu yaşayan biri olarak ayrıntılı çalışmalar yaptım. Aylarca Araştırma süresince kan davasına bulaşmış aileler ile görüştüm.  Bu görüşmeler bazen bir gün sürebiliyordu. Bu tür olaylar yalnız bir kişiyi değil, başta bireyin ailesi olmak üzere, yakınlarını ve giderek tüm toplumu ve hatta tüm insanları ilgilendirir, ilgilendirmelidir. 
Kan davası sorunu yaşayan ailelere ulaşmak bazen araya aracılar dâhil etmem hem de bölgenin kendi insanı ve kültüründen olmam daha içsel anlayıp kavrayabilme imkânlarını sağladı.  Sebepleri oldukça çeşitli olan kan davalarının çözümü için gerekli olan insan gücü, teknik donanım, yer, finansman gibi kaynaklar istenilen düzeyde değildir. Bu durum dünyanın zengin ve gelişmiş devletleri için de geçerlidir. İşte bu problemi irdelemek üzere Çetin koşullar altında b sorunun ana kaynağı olan ülkemde saha araştırması gerçekleştirdim. Mevzunun hassasiyetine binaen alışıla gelmişin dışında bir yöntem izlemek zorunda kaldım. Kan davası ve benzeri görülen sosyal içerikli toplumsal sorunları sınırlı kaynaklarla çözümleyebilmek için imkânların en akılcı ve verimli biçimde kullanılması tartışmasız kabul görülmektedir. Toplumumuz için böyle bir gözlem yaptığımızda belki de karşımıza çıkan en mühim problem kan davası meselesidir.  Bilhassa yurdumuzun dört bir tarafında bu yara geçmişten başlamak üzere hâlâ kanamaktadır. Özellikle eğitsel olanakların arttırılarak, yeni neslin eğitiminde görülen sorunlar bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır. İnsanlık tarihi süresince her toplumun sırtında yara olarak taşıdığı problemler olmuştur. Tarihi sosyolojik durumlar farklı farklı sorunlar doğurmuştur.  Okul yaşı dışındaki yaş gruplarını da kan davalarının sürdürülmesi ile oluşacak olumsuzluklar konusunda aydınlatmak için halk eğitim merkezlerinde çalışmalar yapılmalıdır. Köylerde çıkan anlaşmazlıkların büyümemesi için, kardeşlik ve yardımlaşma gibi değerler beslenmelidir. 
Televizyon kanallarında kan davalarının sorunlarını ele alan belgesel ve dramlara yer verilerek, bu tür olayların doğuracağı kötü sonuçlara karşı insanlar bilinçlendirilmelidir. 
Ülkemizin 21. Yüzyıl’da dahi önemli bir problemi olmaya devam eden kan davalarının devam etmesine etki eden toplumsal baskı ve kan davasını sona erdirebilecek çözüm mekanizmaları açısıyla yaklaşarak niteli bir araştırma yapmak gerekliydi.  Araştırma sonucunda kan davasının sona erebilmesi için bireylerin ve genel olarak da toplumun kan davasına yönelik tutumunun zihinsel değişmesi, Bu nedenle bakış açısını değiştirerek toplumsal farkındalığı artırılacak, projelere yer verilmesi gerektiğinin kanaatindeyim.  Sorunları ortaya çıkaran etmenleri tamamen ortadan kaldırma konusunda aktif demokratik ilerici, yenilikçi, çözümcü bir politika izlenmelidir. Özellikle ekonomik eşitsizliği ortadan kaldıracak fırsatlar oluşturulmalıdır. Yasaların uygulanması denetim mekanizması güçlendirilmeli, devlet tarafından verilen gücün yasal olmayan şekillerde kullanılması engellenmelidir.  Temelli kapsamlı araştırmalar, Örnek olaylar, açık görüşmeler, literatür taranması, diğer toplumlarda kan gütme, kan gütmenin sosyal antropolojik yönü, kan gütmenin sosyolojik yönü, Psikolojik yön, kan gütmede yakınlık derecesi, Kan gütmeyi doğuran ve sürekliliğini sağlayan çeşitli nedenler, Toprak anlaşmazlıkları,  sınır anlaşmazlıkları, işsizlik yoksulluk, zenginlik ve para ile adam tutma, kadının ekonomik değeri, sulardan yararlanma, otlaklardan yararlanma, kız kaçırma kadınla ilgili nedenler, kadının kan gütmedeki rolü, silah taşıma geleneği, adaletin yerine getirilmediği inancı ve devlet otoritesinin zayıflığı, telkin ve teşvik geleneği, sözlü telkin,  kanlı gömlekler, ölenin eşyasının tanıtılması, pıhtılaşmış kan korunması, bırakılan paralar, evde duvarlara asılan fotoğraflar, mezar taşlarına resim, dinsel inançlar, namus Şeref anlayışı ve çevrenin etkisi, kan gütmenin sürdürülmesinden yararlanmak isteyen bölgedeki nüfusların etkisi, mal mülk ve çıkar koruma, toplumsal siyasal dinsel ve ekonomik nüfusu koruma, kabadayılık yiğitlik mertlik, senlik- benlik kavgaları, çocuk kavgaları ve âdi kavgalar, akraba anlaşmazlıkları, particilik, kültürel yetersizlik, bireysel nedenler, benzetme ve yanlışlıklar,  vasiyet, dağa çıkma, gasp, içki, kumar, karakter;  genel olarak ele alınmadan çözüm mümkün değildir.  Bu minvalde atılan adımları,  kan davası sorununun kökten çözülmesi yolunda atılmış adımlar olarak görüyorum. Kan davaları kökten çözülmesi için, araştırmama konu olan memleketin her yerinde ileri gelenlerinden, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşacak ve barış komiteleri oluşturularak; kan davalı ailelerin barışmaları sağlanmalı ve mağdur durumdaki ailelere yardım edilmelidir. Şahsım adına bu çalışmada maddi manevi, çalışmam boyunca sonuna kadar destekleyen sevgili halkıma en kalbi duygularımla teşekkür ederim. Ayrıca kan davalı kişilerin açık yüreklilikle ve samimi bir şekilde verdikleri bilgilerden dolayı onlara minnettarım.

*

Recep Fırat / Araştırmacı Yazar - Halk Şairi

YORUMLAR

  • 0 Yorum