Dünya yaratıldıktan bu yana insanlar hep bir arayış içerisinde olmuşlardır.bazı insanlar öyle idealler peşinde koşmuşlar ki, sınırlarını hiçbir zaman bir noktaya bağlı tutmamışlar ve her zaman arayışlarını sürdürmüşler.
Bazıları ise bulunduğu konumdan ve ellerindekileriyle yetinmişler.
Peki bu arayışlar kendi benliğini bulma yolculuğundan uzakmıdır ya da eksikmidir?
İnsanoğlu koşul ne olursa olsun bir hedefe yürümek ister.Bunu istemesinin sebebi anlamsızlık ve boşluğa düşmemek içindir çünkü hayatta hiçbir şey başıboş ve anlamsız değildir,bu sebepten olmalı ki hayattaki rolünü seçmesi gerekmektedir ve kendisini bulmanın ilk adımı budur.
Peki bu seçimler dışarıdan bağımsız bir şekilde mi gerçekleşir?
Bu konu hakkında bir çok düşünür farklı teoriler öne sürmüştür;
Modern varoluşçuluğun kurucusu kabul edilen Sartre’ye göre insan kendi hayatından tümüyle sorumludur,hiçbir mazerete sığınamaz.Özsüz,doğasız ve yazgısız kalan kişi ne olduğuna,kim olduğuna,nereye gideceğine,kim olacağına kendisi karar vermek,böylece kendi varoluş değerini yaratmak zorundadır düşüncesi savunur.
Marx’a göre insanları yöneten ve onları belirli davranışlara iten dürtüleri sağlayan tek neden; para,kar ve refah arzusudur düşüncesidir.
Ve bu konular hakkında çok değişik görüşler ortaya atılmıştır.
Ben bu konuyu ruh ve beden ilişkisiyle yorumlamak istiyorum.şöyle ki;
Bizim tercih olarak seçtiklerimiz arasında yaratılış itibariyle fizyolojik olarak bedenimiz yer almaz ve değiştirmesi zordur.ama nasıl bir Ruh’a sahip olduğumuz ise dolaylı olarakta olsa bizim kontrolümüzdedir ve esas faktör kendimizdir.
Dışarıdan bize isteğimiz dışında verilen hiçbir şey bizim değildir. Çünkü insanın düşünce özgürlüğüyle tercih ettiği bir olgu değildir. Asıl bizim olan ise nasıl olduğumuzla ilişki olarak aldığımız her türlü kararlardır.bu kararlar, çevremizde ki bir çok faktörle ilşkilidir.
Ama asıl etkili faktör insanın ne olmak istediğidir.
İnsan eğer kendinden uzaklaşırsa kendisindeki boşluğu, ruhsal eksikliğine yakınlaşma,dalkavukluk ve taklitlerle doldurur.
İnsanın kendi fıtratına karşı verdiği her taviz bir çeşit yokoluştur ve kendi olma gayretinden uzaklaşmaktır.
Ali şeraiti’nin insanın dört zindanı adlı eserinde insanları hapseden dört zindandan bahsetmiştir ve dördüncü zindanı insanın kendisi olduğunu ifade etmiştir. Ve kurtulmanın yolunu şu şekilde çözüme kavuşturmuştur;
İnsan bu zindanda tutsakların en acizi durumundadır. Bu zindan ‘kendim’dir. Bu zindanı kendimle birlikte taşıyorum. İnsan kendi zindanından bilim ile kurtulamaz.Çünkü bilginin kendiside tutsaktır .Dördüncü zindandan kurtulmanın yolu aşktır. Aşk nedir? Muktedir bir güç. Hesapçı oportünist akıldan yüce bir güç gerekir ki benim öz benliğimde bende bir iç patlama koparsın. İnsan zindandan din ile kurtulur, AŞK ile kurtulur.
Kendimizi bulmak istiyorsak hareket etmeliyiz, çünkü hareket etmeyen boynundaki zincirin sesini duyamaz…
YORUMLAR