Dostoyevski’nin “insanlar seni çözemedikleri zaman ön yargılarını kullanırlar” sözünü tarihi bir süreçte, gerçekliğini bu denli koruması iyi bir tahlil yaptığının göstergesidir.
Toplum olarak eleştirmeyi çok seven ve eleştiriyi de kabul edemeyen bir yapımız var. Çevremizde ve yakınımızda muhatap olduğumuz kişileri anlayamadığımız zaman bu önyargı silahını, ilk tercih ettiklerimiz arasında yer alır. Nedeni ise farklı bir alternatif çözüm olan “empati” ve “olduğu gibi kabul etmek” gibi medeni bir çıkış yolunu bilmememiz veyahut kullanma cesareti gösteremediğimizden kaynaklanıyor olabilir.
Çevremizdeki insanları Kendi kafamızda oluşturduğumuz kılıflara sokmaya çalışırız.
Bazen o kılıfa büyük geliriz bazen de küçük geliriz.
Büyük geldiğimizde maalesef üstten kesmeye çalışırlar.
Küçük geldiğimizde ise kendilerince eksik olduğumuz tarafları doldurmaya çalışırlar. Akıllarına hiç saygı duyma gibi kavramlar gelmez. Karşıdaki insanın kırılması veya üzülmesi çokta umurlarında değildir. Tek gerçek kendi inandıklarıdır ve dünya onların etraflarında döndüğünü düşünürler. Acımasızca kesip biçmekten geri kalmazlar.
Sadi Şirazi’nin “Elinden geldiği kadar bir gönlü perişan etmemeye çalış. Çünkü bir “ah!”cihanı altüst eder.” Sözü onlar için bir anlam ifade etmez.
Körelmiş ve örümcek ağı gibi kalp ve beyinlerini saran karanlıkta yaşamayı kabul ederler ve iğne deliği kadar ışığı gördükleri zaman karanlıkta göremediği yanlışlarını görmemek için o ışığı kapatmaya çalışırlar. Farklılık ve değişimleri olabildiğince uzak durmaya çalışırlar. Büründükleri sıfatlara sarılıp, yaratılmışların en hayırlısı olan insan sıfatına nail olamamışlardır. Anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu, etrafımızdaki bu insanlar bizlere ve gelecek nesilleri eğitmeye nasıl layık olabilir?
YORUMLAR