Zaman zaman durup kendimize şu soruyu sormalıyız: Mutluluğu yalnızca kendi hayatımızda mı aramalıyız, yoksa etrafımızdakilerin mutluluğu için de sorumluluk duymalı mıyız?
Modern dünyada bireysel başarı, kişisel gelişim, kendi mutluluğunu önceliklendirme gibi kavramlar neredeyse kutsallaştırılmış durumda. Elbette bir insanın kendisini önemsemesi, değerli hissetmesi, hayatını güzelleştirmeye çalışması doğaldır ve gereklidir. Ancak bu çaba, başka hayatları görmezden gelmeye başladığında, yalnızlaşan bireylerin çoğaldığı bir topluma dönüşürüz.
Oysa gerçek ve kalıcı mutluluk, sadece kendimiz için bir şeyler başardığımızda değil, başkalarının da yüzünü güldürebildiğimizde anlam kazanır. Komşumuz açken tok yatmakla, bir çocuğun eğitim umuduna sırt çevirmekle, bir gencin işsizlikten doğan umutsuzluğunu görmezden gelmekle mutlu olamaz, olmamalıyız.
Kitlesel mutluluk; adaletin, eşitliğin, refahın ve fırsatların topluma yayılmasıyla mümkündür. Yalnızca kendi konforumuzu artırmakla değil, başkalarının hayatına da dokunmakla büyür. Toplumda bir kişi acı çekerken, diğerlerinin sonsuz bir huzur bulması imkânsızdır. Çünkü insani olan, başkasının derdiyle dertlenmek, başkasının sevincini paylaşabilmektir.
Bugün ekonomik krizlerin, sosyal kutuplaşmanın, toplumsal umutsuzluğun temelinde yatan en büyük sorunlardan biri de bu: Herkesin yalnızca kendi derdiyle meşgul olması. Oysa bu ülkeyi, bu şehri, bu mahalleyi birlikte paylaşıyoruz. Sevinçler de, acılar da ortak. Ve ancak birbirimize el uzattığımızda, birlikte yükseldiğimizde, gerçek bir toplumsal mutluluğa ulaşabiliriz.
Yani evet, bireysel mutluluk kıymetlidir. Ama daha değerlisi, birlikte mutlu olmayı başarabilmektir. Çünkü insan, en çok paylaştığında büyür; mutluluk da en çok çoğaldığında güzelleşir.
YORUMLAR