Anadolu, kadim bir coğrafyada, bin yıllık bir birlikte yaşama kültürünü omuzlarında taşıyan büyük bir millettir. Bu topraklar; Türkü, Kürdü, Arabı, Lazı, Çerkezi ile yalnızca bir halklar mozaiği değil, aynı zamanda ortak acılarla yoğrulmuş, müşterek umutlarla beslenen bir toplumsal hafızadır. Bugün, geçmişin gölgesinden sıyrılıp geleceği birlikte inşa etme zamanıdır. Çünkü barış, sadece silahların susması değil; gönüllerin birleşmesi, dillerin kaynaşması, ortak bir gelecek tahayyülünün yeşermesidir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle son yıllarda yaptığı açıklamalarda, Türkiye’nin birliğine, bütünlüğüne ve kardeşlik hukukuna verdiği önem dikkat çekmektedir. Erdoğan, bir konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır: "Bu milletin hiçbir ferdinin kökenine, inancına, kültürüne bakmaksızın herkesi aynı samimiyetle bağrımıza basıyoruz. Bize düşen, farklılıklarımızı ayrışma değil zenginlik vesilesi olarak görmektir." Bu yaklaşım, sadece siyasal bir duruş değil; toplumsal bir vizyonun işaretidir. Bu vizyon, Türkiye’yi daha demokratik, daha kapsayıcı ve daha güçlü kılacaktır.
Devlet Bahçeli ise millî birliğe verdiği önemle öne çıkmaktadır. Kardeşlik söylemini zaman zaman sert bir üslupla dile getirse de Bahçeli’nin birçok konuşmasında vurguladığı gibi, "birlikte yaşama iradesi", Türk milletinin ayrılmaz parçası olan tüm vatandaşları kapsar. Bahçeli’nin şu sözü bu duruşu özetler: "Bin yıldır kardeş olanları ayırmak isteyenler bu milleti tanımıyor. Biz biriz, beraberiz, hep birlikte Türkiye’yiz."
DEM Parti cephesinde ise daha çoğulcu ve demokratik bir Türkiye söylemi öne çıkmaktadır. Parti yetkilileri defaatle Türkiye’nin çok kimlikli yapısına vurgu yaparak, çözümün daha fazla demokrasi, daha fazla yerel katılım ve hak temelli bir siyasetle mümkün olacağını dile getirmiştir. DEM Parti eş başkanlarından birinin şu sözleri, bu yaklaşımın bir özetidir: "Türkiye'nin tüm halklarının bir arada, eşit ve özgürce yaşaması için mücadele ediyoruz. Barış, sadece bir temenni değil, hep birlikte inşa edeceğimiz bir sistem meselesidir."
Bu bağlamda Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, bir "ortak gelecek sözleşmesi"dir. Bu sözleşme, sadece yasalardan değil; gönüllerden, vicdanlardan ve karşılıklı saygıdan oluşmalıdır.
Albert Camus’nün şu sözü bu arayışa ışık tutar: "Barış, insanları birbirine benzetmek değil; farklılıklar içinde bir arada yaşatabilmektir."
Diyarbakırlı Ziya Gökalp ise "millet" kavramını tanımlarken şunu belirtmişti: "Millet; dilde, kültürde ve hissiyatta birliktir." Bu birlik, etnik kimliklerin bastırılmasıyla değil; eşit yurttaşlık temelinde herkesin haklarını özgürce yaşayabildiği bir sistemle mümkündür.
Türkiye’nin entelektüel birikimi, toplumsal vicdanı ve kültürel derinliği; barışı mümkün kılacak zeminleri zaten içinde taşımaktadır. Yeter ki bu zemin, sağduyu ve basiret ile işlenebilsin. Çünkü bu topraklarda herkesin hikâyesi bu ülkenin hikâyesidir.
Barış, bir gül bahçesi değildir. Emeği, cesareti ve bazen fedakârlığı gerektirir. Ama sonunda kardeşlik yeşerir. Ve kardeşlik, yalnızca aynı dili konuşmak değil; aynı geleceğe inanmak demektir.
Türkiye, içeride barışı ve kardeşliği tesis ederse; dışarıda da daha itibarlı, daha kararlı ve daha güçlü bir aktör olacaktır. İç barış, kalkınmanın, refahın ve güvenliğin temel şartıdır. Bu nedenle barış sürecini yalnızca bir siyasi gündem olarak değil, bir insanlık ideali olarak görmek gerekir.
Şimdi susmanın değil, konuşmanın; ayrışmanın değil, buluşmanın zamanıdır. Çünkü bu topraklarda her dil bir çiçektir. Ve biz ancak tüm çiçekler birlikte açtığında, gerçek bir bahara kavuşabiliriz.
“Gönüller bir olmadan sınırlar güvenli olmaz”
Mehmet Bilgin
Gazeteci/Yazar
22:52 - 16.05.2025
YORUMLAR