Reklam
Reklam
Çöle Düşüren Aşk: Mecnun'un Sessiz Yolculuğu
Mehmet Emin KUŞ

Mehmet Emin KUŞ

Çöle Düşüren Aşk: Mecnun'un Sessiz Yolculuğu

11 Haziran 2025 - 18:56

Mecnun’u çöllere düşüren Leyla’sına olan aşkı değil miydi?

Evet, öyleydi. Ama bu cevap, zannettiğimiz kadar kolay değil. Çünkü Mecnun’un hikâyesi bir çölden ibaret değil, aşkın insanda açtığı en derin yarıklardan biridir. Onun çöle düşmesi, sadece bir gönül hikâyesinin coğrafyaya bürünmüş hali değildir. Bu bir kaçış değil, bir varoluş isyanıdır. Aklın hudutlarından taşan duyguların, hayatın ezberlenmiş kurallarına açtığı savaştır.

Aşk… Ne çok kullanırız bu kelimeyi. Ne kolay dökülür dudaklarımızdan. Sevince aşk, özleyince aşk, sahip olmak isteyince aşk… Ama Mecnun’un aşkı bizim bildiğimiz gibi değildi. O, Leyla’yı yalnızca sevmiyordu. O, Leyla’da Allah’ın hikmetine, kâinatın derinliğine, insan ruhunun sonsuz kapasitesine açılan bir kapı bulmuştu. Onun “Leyla” dediği, belki bir isimdi; ama her harfinde bir başka evren vardı.

Mecnun’un çölü sadece kumdan ibaret değildi. O çöl, suskunluğun, içe dönmenin, nefsin ve benliğin kabuğundan soyulmasının coğrafyasıydı. İnsan kalabalıklarda konuşur ama yalnızlıkta dinler. Mecnun dinledi. Kendi içinden geçen yıldızlı geceleri, göğsünde esen fırtınaları, Leyla’nın gözlerinde yanan ateşi... Ve her defasında anladı ki, aşk sadece bir insana yönelmiş bir eğilim değil; aşk, insanın kendine yolculuğudur.

Leyla bir bahaneydi belki. Gönlün gözünü açmak için yaratılmış bir sebep. Ne çok anlatılır ki; Mecnun’a derler: “Leyla işte şurada, bak!” O ise gözlerini kapatır: “Ben artık onu gözümle değil, kalbimle görüyorum.” Zira hakiki aşk, görünenden geçip görünmeyene ulaştığında başlar. Leyla, bir başlangıçtı. Mecnun’un vardığı yer ise, aşkın en saf, en katışıksız hâliydi.

O çöl, aynı zamanda bir tenhalıktır. Mecnun’un terk edişidir her şeyi. Malı, mülkü, şöhreti, aklı… İnsan bazen birini o kadar çok sever ki, kendini tamamen bırakır. Ama bu, yalnızca mecaz bir bırakış değildir. Aşk, insanı kendinden sıyırır, derinleştirir, yeniden inşa eder. Mecnun’un adı “deli” olduysa, bu delilik aklın sınırlarını aşmasındandır. Aklın yetmediği yerde aşk konuşur çünkü. Ve aşk, mantığın hesaplayamadığı yerden başlar.

Bugün biz ne yapıyoruz? Sevdiğimizde sahipleniyoruz. Kıskanıyoruz. Korumaya çalışıyoruz. Ve bazen, o sevgiyi kirletiyoruz. Oysa Mecnun’un sevgisi sahip olmayı değil, var etmeyi seçti. Sevgisini elleriyle tutmadı, gözleriyle aramadı; ruhuyla sarıldı. Leyla onun olsun diye sevmedi, Leyla olduğu için sevdi. İşte bu yüzden aşkı yüceydi. Çünkü aşk, karşılık bulmayı değil, adanmayı seçtiğinde büyür.

Belki de Mecnun, Leyla’yı hiç gerçekten tanımadı. Ama aşk bazen tanımakla değil, hissetmekle olur. Gönül tanır. Ruh bilir. Kalp fısıldar. Bütün bir ömür, bir ismin arkasında koşmak, ona ulaşamamak ama her anına onu katmak… İşte bu, aşkın sonsuz hâlidir. Tükenmeyen bir yolculuk. Mecnun’un çölü bu yolculuğun haritasıdır. Kumlar, gözyaşlarıdır. Güneş, aşkın yaktığı kalptir. Ve her adımda, bir damla daha benliğinden arınmadır.

Sahi, biz de bir Mecnun olabilir miyiz? İçimizde bir çöl var mı? Herkesin bir Leyla’sı olmalı mı? Belki de aşk, sadece bir kişiye duyulan his değil; varlığın kendisine duyulan hayranlıktır. Bir ağaca bakıp ağlamak, bir yıldızı izleyip kalbini titreten o an… Belki her şey bir vesiledir: Leyla gibi, çöl gibi… Ve aşk, her defasında kendimize doğru attığımız en cesur adımdır.

Mecnun’u çöllere düşüren Leyla’sıydı, evet. Ama onun yüreğini diri tutan, Leyla’nın ötesinde bir arayıştı: Aşkın hakikatini aramak. Ve bu hakikat, kimseye ait olmayan ama herkesin içinde gizli duran bir sırdır.

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • MUSTAFA PAKIR
    3 gün önce
    Aşk akılla bilinen ,kalp ile hissedilen bir sır..Hocam kaleminize elinize sağlık..