Reklam
Din de Milliyet Gibi Bir Kader mi?- Sorgulanmamış İnançların...
Mehmet Emin KUŞ

Mehmet Emin KUŞ

Din de Milliyet Gibi Bir Kader mi?- Sorgulanmamış İnançların Sessiz Mirası

23 Kasım 2025 - 10:44

İnsanın doğduğu yer kaderse, inancı da çoğu zaman o kaderin bir uzantısıdır. Meksika’da dünyaya gelsen büyük ihtimalle Hıristiyan, Nepal’de doğsan Hindu, Brezilya’da olsan Umbanda, Çin’de doğsan Buda, İsrail’de doğsan Yahudi olacaktın. Türkiye’de doğdun ve Müslümansın. Bu basit coğrafya gerçeği bile insanın kafasında bir soru işareti bırakıyor: Eğer doğduğumuz topraklar değişseydi, bugün “tek doğru” dediğimiz inanç da değişecek miydi? O halde inancımız gerçekten bize mi ait, yoksa bize öğretilmiş bir kimliğin sürdürücüsü müyüz?

Din çoğu insana bir seçim gibi sunulur ama gerçekte seçim olduğunu söylemek zor. Çünkü biz daha çocukken bir dinin içine bırakılırız; isimlerimiz, dualarımız, ritüellerimiz ve doğrularımız bu mirasın bir parçası olur. İnsan büyüdükçe bu mirası “hakikat” zanneder. Fakat durup düşününce bir soru kendini dayatır: Kim atalarından kalan bu devasa mirası açıp içindeki inançları, yasakları, doğruları tek tek sorguluyor? Sorgulamayınca, gerçekten “benim inancım” diyebilir miyiz?

Üstelik din dediğimiz şey yalnızca bir inanç sistemi değil; toplumun hafızası, ailenin bağlayıcı çimentosu, kültürel kimliğin görünmez omurgasıdır. Birey daha dünyaya gelir gelmez, bu omurganın üzerine inşa edilmeye başlanır. Bu yüzden dinle ilgili sorular sormak, insanın kendi ailesine, geleneğine, alışkanlıklarına, hatta çoğu zaman kendi çocukluğuna soru sorması anlamına gelir. Tam da bu nedenle zorlayıcıdır. Çünkü sorgulamak sadece aklın değil, duyguların da kapısını zorlar.

Oysa hakikat, bir toplumdan diğerine bu kadar değişiyorsa, evrensel bir hakikatten mi, yoksa evrensel bir alışkanlıktan mı söz ediyoruz? Bir dinin mutlak doğru olduğunu söylemesi, diğer dinlerin de aynı iddiada bulunması gerçeğini değiştirmiyor. Haritaya baktığınızda, dinlerin coğrafi dağılımı adeta iklim gibi… Sınırlar değiştikçe inançların da değiştiğini görmek, insanı şu temel soruyla yüzleştiriyor: Eğer doğrular coğrafyaya göre şekilleniyorsa, benim doğrum gerçekten evrensel olabilir mi?

Sorgulamak, inancı değersizleştirmek değildir. Tam tersine, sorgulanmamış bir inanç insanın değil, coğrafyanın ve kültürün malıdır. Kişinin kendi iradesiyle sahiplendiği bir inanç ise kök salar, derinleşir, sağlamlaşır. Sormak, tehlikeli değil, geliştiricidir. Ama toplumun bize öğrettiği şey çoğu zaman bunun tam tersidir: “Sorma, bozulursun.” Peki gerçekten öyle mi? Asıl bozulma, insanın kendine ait olmayan bir hakikatin peşinden ömür boyu koşması değil midir?

Şu soruyu herkes en az bir kez kendine sormalı: Neye inandığımı ben mi seçtim, yoksa bana mı seçtirildi? Bu soru inancı zayıflatmaz; aksine kişinin kendi içinden geçmesini, kendi yolunu bulmasını sağlar. Belki aynı inançta kalır, belki başka bir yerde durur, belki de “bilmemeyi” seçer. Ama tüm bu seçenekler ancak özgür düşüncenin olduğu yerde mümkündür.

Milliyet gibi din de çoğu zaman doğuştan gelir; fakat kader diye dayatılan şey, sorgulanınca çoğu zaman sadece alışkanlıktır. İnanç, miras gibi kabul edilebilir; fakat mirasın değerini anlamak için onu tartmak, içindeki eksikleri ve fazlaları görmek gerekir. Hakikat, kalabalığın değil, bireyin cesaretiyle şekillenir.

Belki de en samimi başlangıç, şu soruyla mümkündür:
Bana öğretilen şey, gerçekten benim inandığım şey mi?

YORUMLAR

  • 0 Yorum