Protokol...
Kimi için düzenin simgesi, kimisi için ise insan ilişkilerini soğutan bir duvar.
Bir kısmımız onu “resmiyetin gereği” olarak görürken, diğer bir kısmımız “insanı insandan uzaklaştıran bir kibir biçimi” olarak yorumlar. Fakat bu kavramı anlamadan, ona körü körüne karşı çıkmak da, sorgulamadan savunmak da eksik bir bakıştır.
Toplum, görünmez kurallar ve sembollerle ayakta durur. Bu semboller, her çağda farklı biçimler alsa da, temel bir ihtiyacın ürünüdür: düzen.
Protokol de bu düzenin biçimsel ifadesidir. İnsanlar birbirine üstün oldukları için değil, toplumsal karmaşa yaşanmasın diye belirli roller ve sıralamalar oluşturur. Çünkü herkesin aynı anda konuştuğu bir yerde, kimsenin sesi duyulmaz.
Sosyoloji bize şunu öğretir:
Her toplum, görünür ya da görünmez bir hiyerarşiyle işler. Bu hiyerarşi adaletsizliğe değil, işleyişe hizmet ettiği sürece anlamlıdır.
Sorun protokolün kendisinde değil; onun içinin boşaltılmasında, gösteriye dönüştürülmesindedir.
Bir makamın saygı görmek için değil, saygı göstermek için var olması gerektiğini unuttuğumuzda; protokol artık bir saygı biçimi olmaktan çıkar, bir üstünlük vitrini haline gelir.
Samimiyetle protokol, aslında birbirinin düşmanı değildir.
Samimiyet, bireysel ilişkilerde içtenliğin adıdır; protokol ise kamusal alanda saygının kurumsal biçimidir.
Sorun, bu iki kavramın yer değiştirmesindedir: bireysel alanda maskeler takıp, kamusal alanda samimiyet ararsak, hem kurumlar ciddiyetini kaybeder hem de insanlar birbirine güvenemez hale gelir.
Kısacası, protokole değil, onu kutsallaştıran zihniyete itiraz etmeliyiz.
Gerçek saygı, koltuk yüksekliğiyle değil, vicdan derinliğiyle ölçülür.
Toplumu yücelten şey, insanların sıralanışı değil; birbirine bakarken kurduğu eşitliktir.
Protokol bir düzen aracıdır; insanlığın yerine geçtiğinde sorun olur.
Çünkü hiçbir protokol, insanın insanla eşit yürüdüğü bir dünyanın sıcaklığını taşıyamaz.
YORUMLAR