RUHU KÖLELEŞMİŞ KÖPEKLER VE SEVGİYE DUYULAN KORKU: DOSTOYEVSKİ’NİN HAPİSHANE DENEYİMİ ÜZERİNE BİR OKUMA
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Rus edebiyatının en derin ruh çözümlerini yapan yazarlarından biridir. Eserlerinde, insanın iç dünyasındaki çelişkileri, suçla vicdan arasındaki çatışmayı ve sevgi ile korku arasındaki kırılgan dengeyi işler. 1849 yılında bir toplantıda yaptığı konuşma ve okuduğu şiir nedeniyle tutuklanması, ardından idamdan son anda kurtularak Sibirya'da dört yıl ağır hapis ve ardından dört yıl sürgün cezasına çarptırılması onun hem yazarlığını hem de insan anlayışını derinden etkiler. Bu deneyimlerini kaleme aldığı “Ölü Evinden Anılar” adlı eseri, yalnızca bir hapishane gözlemi değil, insan ruhuna yapılan sarsıcı bir yolculuktur.
Köpek Üzerinden İnsan Ruhunu Anlamak
Dostoyevski’nin sürgün yıllarında tanık olduğu ilginç bir olay, onun insan doğasına dair gözlemlerinin somut bir metaforu hâline gelir. Bir köpekle gerçekleştirdiği gözleme dayalı deney, hem psikoloji hem de toplumbilim açısından dikkat çekici bir örnektir:
Hapishanede yaşayan bir köpek, oradan geçen her mahkûm tarafından tekmelenmektedir. Bu davranış zamanla köpeğin ruhuna yerleşir; öyle ki, bir mahkûm yanına yaklaştığında içgüdüsel olarak eğilerek tekme pozisyonu alır. Köpek artık sevgi bekleyen değil, şiddete hazır bir varlıktır. İlginç olan, Dostoyevski’nin bu zinciri kırma girişimidir. O, köpeğe sevgi gösterip başını okşar. Ancak köpek buna tepki olarak önce şaşırır, sonra kaçar, ardından acı acı havlar. Bundan sonra ne zaman Dostoyevski’yi görse kaçar; çünkü onun eli artık bir tehdit değil, ama tanımadığı, korkutucu bir başka şeydir: şefkat.
Bu gözlem, salt bir hayvan davranışı değil; insanın da ruhsal deformasyonunu açıklayan güçlü bir alegoridir.
Kötülüğe Alışmış Ruhlar, Sevgiden Korkar
Dostoyevski burada insan doğasının çarpık bir yönüne dikkat çeker: Sürekli kötülük görmüş, baskı altında yaşamış, aşağılanmış bir ruh; iyilikle karşılaştığında şüpheye düşer, korkar, hatta kaçar. Çünkü kötülük ona tanıdıktır; öngörülebilir, alışılagelmiş, düzenli bir şiddettir. Oysa iyilik, sürprizlerle doludur; hesap edilemez, risklidir ve çoğu zaman altında bir tuzak aranır.
Bu durum, günümüzde travmatik ilişkiler yaşayan bireylerde de gözlemlenir. Aile içinde ya da toplumda sürekli dışlanan, hor görülen bir birey; bir gün biri ona değer verdiğinde, bu duyguyu tanıyamaz. O kadar uzun süre sevgisizliğe maruz kalmıştır ki, sevgiye yabancılaşmıştır. Sevginin yumuşaklığı, onun için güven değil tehdit doğurur.
Ruhu Köleleştirilmiş İnsanlar
Dostoyevski’nin “kara halk” diye tanımladığı alt sınıf mahkûmlar da benzer bir ruhsal iklimin ürünüdür. Onlarla hapishanede tanıştığında, daha önce sandığı gibi halkı tanımadığını fark eder. Yoksullukla, cehaletle, baskıyla örülmüş bu insanların içinde bastırılmış bir duygular yığını vardır. Onların şiddeti, sevgisizliğin ve değersizliğin bir sonucudur. Köpek gibi, sevgiye karşı refleks olarak korku ve kaçış geliştirirler.
İyilik Her Zaman Karşılık Bulmaz
Bu olgu, toplumsal bir gerçeğe de ışık tutar: Bazen kötü davrandığınız insanlar size bağlanır; çünkü onlara tanıdık olan budur. Onlar, kendi değersizlik duygularını sizin kötü davranışınızla onaylarlar. Ama tam tersine, iyi davrandığınız, değer verdiğiniz insanlar sizi dışlayabilir, hatta düşman görebilir. Çünkü iyilik, onların taşıdığı suçluluk, değersizlik ya da yetersizlik duygularını yüzeye çıkarır.
Sevginin Devrimci Gücü ve Riski
Dostoyevski bu çarpıcı gözlemle bizlere insanın ne kadar kırılgan, ne kadar biçimlenebilir bir varlık olduğunu anlatır. Sevgi, bir devrim gibidir. Ama her devrim gibi, önce bir dirençle karşılaşır. İnsan, ruhundaki zincirleri kırmak istemez bazen. Çünkü zincirler tanıdıktır, güvende hissettirir.
Bu nedenle Dostoyevski’nin gözlemi yalnızca bir anekdot değil, evrensel bir hakikattir: Sevgiye aç olanlar bile sevgiden korkabilir. Özellikle ruhu sistematik olarak aşağılanmış, bastırılmış, örselenmişse...
Sonuç Yerine: Dostoyevski'nin Aynasında Biz
Dostoyevski’nin hapishanedeki köpek gözlemi, bir toplum aynası gibidir. O aynada kendimize, mahallelerimize, okullarımıza, ailelerimize bakabiliriz. Kimi zaman neden iyiliğe kötü cevaplar aldığımızı, kimi zaman neden sevgimizin karşılıksız kaldığını sorgulayabiliriz.
Ve en önemlisi, insanı yeniden anlamaya çalışabiliriz. Çünkü Dostoyevski’nin dediği gibi:
> “İnsanı tanımak istiyorsan, onu sev ama sadece uzaktan değil; onunla acı çek, onunla yer sofrasında otur, onunla aynı havayı solumaya razı ol...”
Mehmet Emin Kuş
YORUMLAR