Reklam
Reklam
Gündeme Dair- II
Şükran Taşdelen

Şükran Taşdelen

Gündeme Dair- II

06 Temmuz 2020 - 13:57

SÖZLEŞMELER ÜZERİNE 

Bir süredir halkın mütedeyyin ve muhafazakar çevrelerinde hararetli tartışmalara sebebiyet veren ve görünüşe bakılırsa gecikmiş bir şekilde gündem olan İstanbul sözleşmesi, bildiğiniz gibi oldukça rahatsız edici söylemlere yol açtı. Öyle ki lgbt grupları birdenbire büyük bir atraksiyonla gündemin baş köşesine yerleşti. Oysaki bu konudan çok daha önemli ve aciliyyet gösteren sorunlarımız vardı. Asıl sorunların etrafında dönüp duruyormuşuz, öğrenilmiş çaresizlik gibi çözümsüz açılımlar oluyor. Ama derde deva olmak şöyle dursun, toplumumuzu daha da ajite eden, teyakkuza geçiren ve endişe içinde bekleten gelişmelerle oyalanıyoruz.  

Yine de İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılacağıyla ilgili iktidar kanadından yapılan açıklama, bu konuda net tavır gösteren Müslüman halk kesimini rahatlatmış ve derin bir nefes aldırmıştır. Ancak gelin görün ki 2011 yılından beri zaten toplumda istenen yıkımı gerçekleştirmiş bir sözleşme -en azından lgbtliler açısından istedikleri etkiyi ve gündemi belirlemeyi başardılar- şimdi fes edilse ne olur? Zaten iki yıl sonra süresi doluyor. İsteyen ülkeler sözleşme süresini uzatabilir, istemeyenler uzatmayabilir, bu kadarı yeter diyebilir. Yani iktidarın bu açıklaması zaten gecikmiş ve etkisiz bir açıklama, işlevsellik açısından bakarsak. 
Yaydan çoktan çıkmış bir oku ve hedeflediği yere gitmesini nasıl ki engelleyemezseniz bu sözleşme de yapacağını yapmıştır şimdiye dek. Ancak benim en çok dikkatimi çeken ise aslında Müslümanların çoğunlukta yaşadıkları toplumlarda, zaten günah olarak kabul edilen çirkin bir fiil, dinsel inanışın etkisiyle zaten revaçta değildir. Varsa da nadirattan ve gözlerden uzaktır, gizlidir. İfşa edilmesi ise avantajlı değildir.  O halde bu konunun bu kadar gündeme gelmesinin arkasında başka güçler vardır. Yani bir yerden bir düğmeye basılmış gibi konu alevlendirildi. Gündemi saptırma amacının dışında Müslüman toplumlarda çirkin sapkınlıkların konuşulur, sonraki adımda ise yaşanılır kılma adına atılan adımlarmış gibi geliyor. Küresel ifsat şebekesinin emrindeki lgbt lobileri bu amaçlarına ulaşmak için bunları planlamışlardır. Reklam sektöründe şöyle bir motto vardır: “Reklamın iyisi kötüsü olmaz.” Yani her şekilde reklamı yapan ve yaptıran amaçladığı kârını alacaktır. İşte ifsat lobileri bunu başardılar maalesef. Konuşula tartışıla normalleştirdiler bu azgın ve sapkın yönelişleri....Asıl meselelerimizi konuşmaktan uzaklaştırıp, yapay konularla uğraştırdılar ya... O da ayrı bir başarıdır onlar için.  

İstanbul Sözleşmesi fes edilirse- ki edilmelidir-;  toplumumuzdaki her çeşitten şiddet olaylarına etkili çözümler getirecek, tamamen bizim değerlerimiz ve ahlaki yapımıza uygun hakkaniyetli, bize ait bir sözleşme yerine konabilmelidir. Bu boşluk doldurulmazsa Batı dünyası kendi politikalarına dahil etmek için, bize dayatacak başka sözleşmelerle kapımıza dikilecektir.  Aile yapımızın ve nesillerimizin korunması, gençlerimizin sapkınlıklara karşı bilinçlendirilmesi, kadınlara ve çocuklara şiddet sorununu çözen bir yerli sözleşme hazırlanabilmelidir. Anadolu sözleşmesi... Neden olmasın? Veda Hutbesinde temellerini kolaylıkla bulabileceğimiz çözümlerimiz var. Çözümsüz değiliz, bunu bilmeliyiz. 

Adını biz koyalım, çözüme giden her şeyi biz yapalım. Alimlerimiz, hukukçularımız, yetkinliği kanıtlamış dirayetli insanlarımız yok mu? Onlara haksızlık yapmayalım. Görev başına çağıralım. Sorunlarımıza kendi içimizden cevaplar ve çözümler bulabilelim, halkımızın tüm kesimleriyle birlikte... Sonra da yasalaştıralım. Yani yaptırım gücü de içimizden ve bizden olsun, işlevselliği de. Asıl önemli olan budur. Belki böylece toplum katmanları arasındaki şiddet ve çatışmalar en aza indirilebilir ve hatta tamamen çözümlenir. Nasıl ki pandemi süresince bir Bilim Kurulu oluşturuldu ve devamlı yapılan istişare toplantılarıyla tedbirler alındı, toplumla paylaşıldı ve etkisi görüldü ise diğer toplumsal sorunlarımız için de “Alimler Kurulu” oluşturulmalı. Bu yeterlilikte insanlarımızın var olduğuna inanıyorum. Yoktur deniyorsa, bu insanların eğitimleri ve yetiştirilmeleri sağlanmalıdır. İç dinamiklerimiz bizi harekete geçirmeye yeter. Tabii bu konuda  dış dünyaya bir bağımlılığımız yoksa bu imkansız değildir...

Şimdi kimisi “Ne diyorsun? O kadar kolay mı bu işler?” diyebilir. Ben de derim ki düşünmekten, üretken olmaktan ve harekete geçmekten korkmayalım! Akıl ve irademiz bunun için verildi bize. Toplumsal uyum ve barış için sorunlarımızı çözmek için kullanalım diye. Kendi sorunlarımızın çözümünü başkalarından istemek gibi bir lüksümüz yoktur. Kaldı ki dışarıdan ithal edilen çözüm reçeteleri ise kesinlikle bizim hastalıklarımızın devası değildir. Aksine hastalıklarımızı şiddetlendirip bizi ölüme mahkum edebilir.  
Üstelik ihtiyaç duyduğumuz tüm akli, naklî, bilimsel ve teknolojik imkanlarımız da mevcuttur. Geçmişten gelen devasa ilim külliyatımız da cabası. Bunları kullanabilme dirayet ve yetkinliğini gösterelim yeter. Belki bu girişimlerimiz üzerimizdeki ölü toprağı silkelemeye de yarar. Dünyaya henüz son sözünü söylemeyen Müslümanların insanlığa tekrar öncülük etmesi yerine getirilmesi beklenen bir sorumluluktur aynı zamanda. Çok mu ütopik geliyor? Aslında hiç de öyle değil. İnsanlığa önder olan resullerin tek başlarına tebliğe başladıklarını unutmayalım. Tek kişiyken bile sorumluluklar yükleniliyorsa, toplum olarak iş bölümü yaparak haydi haydi başarılır. İman meselesi bu her şeyden önce...

YORUMLAR

  • 0 Yorum