Siyasette, dernek ve vakıflar bilhassa küçük dini gruplarda sıkça duyduğumuz bir ifade var: “İkna edilmişlerle değil, inanmışlarla yola çıkmak.” Bu cümle, ilk anda kararlılığı, sadakati ve inanç temelli bir bağlılığı çağrıştırıyor. Fakat biraz derin düşününce, bu sözün arka planında hem politik hem de sosyolojik açıdan üzerinde durulması gereken bir zihniyet dünyası yatıyor.
Siyasetin doğası gereği liderler, yanında sorgulayanlardan çok itaat edenleri görmek ister. “İnanmışlar” bu anlamda en güvenilir kitleyi temsil ediyor olabilir. Çünkü inanmış insan teslimiyeti seçmiştir. Lidere, davaya ya da ideolojiye mutlak bir bağlılıkla sarılır. Onun için “doğru”, liderin işaret ettiği yöndür. Bu, kısa vadede politik istikrar sağlar; ama uzun vadede eleştirel aklın körelmesine, düşünsel dinamizmin sönmesine yol açar. Hatta öyle bir hal alır ki düşünme yetisi arka planda bırakarak kişiye/kişilere bağımlı hale gelir. Normal hayat akışı içinde birçok örnek verilebilir.
Oysa “ikna edilmişler” farklıdır. Onlar inanmak için değil, anlamak için çabalar. Sorar, tartar, karşılaştırır. Bu yüzden yöneten açısından “zor” insanlardır ama demokrasinin gerçek teminatı da onlardır. Çünkü demokrasi, inanmış kalabalıkların değil, ikna edilmiş bilinçlerin rejimidir. İkna edilmiş bir yurttaş, sadece alkışlamaz; gerektiğinde uyarır, denetler, sorgular.
Sosyolojik açıdan bu ayrım, toplumun yapısını da belirler. “İnanmışlar toplumu”, Durkheim’ın tabiriyle mekanik dayanışma üzerine kuruludur; herkes birbirine benzer, farklı düşünmek tehlikeli görülür. Otorite, aidiyet, inanç bağları güçlü ve gelenekseldir. Geleneksel toplumların bir diğer özelliği ise sorgulamadan inanma diye formüle edebileceğimiz inançlardan, duygulardan ve kurallardan oluşan ‘kolektif bilinç’in hâkim olmasıdır. Bu yapıya günümüzden örnek vermek gerekirse; siyasi partiler, localar vb. Şanlıurfa’da faaliyet gösteren bazı aşiret dernekleri veya hemşehri temelli topluluklar, bu tür bir toplumsal örgütlenmenin izlerini taşır. Bu yapılar, üyeleri arasında güçlü bir aidiyet duygusu ve karşılıklı dayanışma sağlar. Ancak bu dayanışma, çoğu zaman ortak kimlik ve değerler etrafında şekillendiği için, farklı düşünen bireylerin kabul edilmesini zorlaştırabiliyor.
Buna karşılık “ikna edilmişler toplumu” organik dayanışmaya dayanır. İnsanlar farklıdır ama birbirlerini anlamaya çalışırlar. Çoğulculuk, eleştiri ve düşünce çeşitliliği toplumu geliştirir. Modern toplum, bu ikinci bilinç biçiminin ürünüdür.
Bugün geldiğimiz noktada siyaset, çoğu zaman inançla bağlı kalabalıkları tercih ediyor. Çünkü inanmış kitle kolay yönetilir; sorgulamaz, itiraz etmez, sadece sadakat gösterir. Oysa toplumsal ilerleme, ancak düşünen bireylerin omuzlarında yükselir. Tarih bize defalarca gösterdi: Körü körüne bağlılık, bir süre sonra otoriterliğe; eleştirel bilinç ise özgürlüğe götürür.
Kısa vadede “inanmışlar” yol yürütür; ama uzun vadede “ikna edilmişler” toplumu taşır.
Gerçek değişim, körü körüne inanmakla değil, bilinçle mümkündür.


YORUMLAR