Son yıllarda özellikle okul öncesi özel kurumlarda dikkat çeken bir eğilim var: Okul bahçeleri küçük bir hayvanat bahçesine dönüştürülüyor. Kimi tavuk, kimi ördek, kimi kuzu, kimi de at koyuyor bahçesine. Veliler gezmeye geldiğinde horoz ötüyor, çocuklar hayvanlarla oynuyor, bahçede rengârenk bir tablo karşılıyor insanı. Böyle olunca veliler de hemen ikna oluyor: “Demek ki doğru yere gelmişiz.”
Peki, gerçekten öyle mi?
Çocukların doğayla temas kurması elbette kıymetlidir. Bir kuzuyu sevmek, bir tavuğa yem vermek ya da bir atı uzaktan görmek bir çocuk için unutulmaz deneyimler olabilir. Fakat burada çok kritik bir nokta gözden kaçırılıyor: Doğayı bahçeye taşımak, eğitimin kendisi değildir.
Bir okulun gerçek eğitim anlayışı; vitrin süslemelerinden, pazarlama taktiklerinden, “özel konsept” adı verilen yapay gösterilerden değil, çocuğa yaklaşım biçiminden anlaşılır.
Gerçek bir okul:
Çocuğun merakını besleyen,
Yaratıcılığını ortaya çıkaran,
Soru sormasına alan tanıyan,
Kendini ifade etmesine değer veren,
Özgüvenini destekleyen bir kurumdur.
Eğer bir çocuk kuzunun yanına bırakılıp, “işte şimdi sorumluluk duygusunu öğrendi” deniliyorsa, ortada ciddi bir yanılsama vardır. Çünkü çocuk sorumluluk bilincini, bir hayvana yem vermekle değil; öğretmeninin sabırlı tutumunda, oyun arkadaşlarıyla yaşadığı çatışmayı çözmeyi öğrenirken, hata yapmasına izin verildiğinde ve bu hatadan sonra yeniden denenmeye teşvik edildiğinde kazanır.
Yanlış okul; vitrinini parlatır, bahçesini hayvanlarla süsler, pazarlama dilini öne çıkarır. Doğru okul ise çocuğun gözlerinin içine bakar, sorularını ciddiye alır, duygularına kulak verir.
Unutulmamalıdır ki;
Bir çocuk, kuzunun sesini birkaç gün içinde unutur. Ama ona değer veren, kendisini önemseyen öğretmeninin sesini ömür boyu taşır.
Kısacası, eğitim bahçedeki tavuk sayısıyla değil, çocuğun iç dünyasına ne kadar dokunulduğu ile ölçülür. Okulların görevi “küçük çiftlikler” kurmak değil, büyük yürekler yetiştirmektir.
YORUMLAR