Reklam
Reklam
Gündemde Kalanlar- 2
Şükran Taşdelen

Şükran Taşdelen

Gündemde Kalanlar- 2

14 Ağustos 2021 - 17:40

                                       Mülteciler ve Fitne Ateşi

Resulullah’ın (s.a.v) hadisleri içinde beni çokça düşündüren bir hadis var. Aslında ahirete yakın, zorlu zamanlarda yaşamamız hasebiyle bu hadisi, herkesin tekrar tekrar düşünmesi, tefekkür etmesi gerekir diye düşünüyorum dostlar. Ebu Hüreyre’nin naklettiğine göre Resulullah(sav) şöyle buyurmuştur;

 “İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içinde buluverir. Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın.” (Buhari- fiten, 9)

Allah’ın Resulü ki kendi nefsinden hiçbir şey konuşmaz, Rabbinin vahyi dışında söz söylemez. İman edenler olarak da onu kendimize imam, rehber ve elçi olarak kabul etmişiz. Onun sözleri bizim için Kur’an’dan sonra gelen ana kaynağımızdır. Dolayısıyla bu hadis fitne ateşinin tutuşturulduğunu gören, bilen ve hisseden herkes tarafından tefekkür edilmeli ve fitne ateşinin kuyusuna yuvarlanmamak adına da çok dikkatli olmamızı ihsas ediyor. Yani meselenin önemini sezdiriyor bizlere. 

Hayat içinde olaylar vuku bulunca insanların tavır alışları, duruşları ve davranışları dünya görüşlerine, psikolojik temayüllerine ve fikirlerinin aslına da ışık tutuyor.  Dili bir şeyler söyler ve inandırmaya çalışırken hâl dili tam tersini gösteriyor olabilir. Yani insan bazen düşüncelerini söylerken hem kendini hem dinleyenleri yanıltabilir. Diller bir başka gönüller bir başka söylüyor olabilir. Tavır ve davranış ise sözlerdeki işin aslını ortaya koyar. Bu yüzden fitne zamanlarındaki olaylar değerlendirilirken kişinin sözlerinin, tavır ve davranışlarıyla uyumlu olup olmamasına bakmalıdır. Atalarımız boşuna “Aynası iştir kişinin, lafına bakılmaz!” dememişler. 

Fitne zamanlarını ki (Batı bunu kaos olarak formüle ediyor) fırsata çevirmek ve nemalanmak isteyen odaklar her zaman vardı ve olacaklardır. Önemli olan fitne ateşine odun taşıyanlardan mıyız, yoksa bir karınca misali de olsa su taşıyanlardan mı? Hadis bunun farkındalığını öğretiyor bize.  Fitne zamanında (ona karışmayıp) oturan kişi, ayakta durandan daha hayırlı, ayakta duran yürüyenden, yürüyen ise bilfiil fesada çalışandan daha hayırlıdır. Fitneden sakınmayıp, kendini ona maruz bırakmak suretiyle gözünü ona dikecek olursa, muhakkak onun kahrına uğrar. Hayatının bir kesiminde fitne çıkarmanın sonuçlarıyla yüzleşecektir. Asıl hesap ise ötelerdedir. 

Ülke gündemindeki mültecilerle ilgili haberler yeni bir fitnenin tutuşturulmaya çalışıldığının göstergesidir. Fitne ki çıktığı zaman birkaç kişiyle değil toplumun tümünü helaka sürükleyecek sonuçları olacağından mütevellit, can kayıpları daha çok endişelendirmeye başladı herkesi. Mültecileri hedef alan ve aslında baştan aşağı ırkçılık kokan bu olayları değerlendirirken şehir efsanelerine değil, gerçeklere itibar etmeliyiz. Dünyanın acı- tatlı günlerinin insanlar arasında döndürülüp durduğunu bizzat bize haber veren Rabbimizdir. Yani bugün biz yerleşik hayat yaşadığımız bir ülkede olabiliriz. Mültecilerin de öyle bir geçmişi vardı. Fakat bir an geliyor, dünya tersine dönüyor ve insanlar yerlerinden yurtlarından, sevdiklerinden ayrı düşüyor. Mülteci durumuna düşmenin sayısız sebebi var. Savaş, kuraklık, geçim yollarının kısıtlılığı, sosyal anlaşmazlıklar vs. Ancak sorulsa ki çoğu insan da bunu söyler; hiç kimse durduk yere, bir sebep olmadan yerini yurdunu, düzenini, rahatını bozmaz. Hayatlarına heyecan katmak adına macera arayan insanlardan bahsetmiyorum. Şartların zorlamasıyla mülteci olup yer değiştirmek zorunda kalanlardan bahsediyorum. Bu zorlamalar olmasa idi asla yurdunu terk etmeyi düşünmeyecek insanlardan… Tıpkı Mustafa Orman’ın “Yurtsuzluğun ve Mülteciliğin Hayaletleri” adlı yazısında söylediği gibi;

  “Kimse başka evlerin, başka ağaçların, başka toprağın büyüsünü keşfetmek için evinden ayrılmaz, insanların kendi sınırlarını aşıp başka sınırlara gelmesi sadece sesini duyurmaya yöneliktir. Hiç kimse aşağılanacağını bile bile ait olduğu evi, toprağı terk etmez.

Sesini duyurmak ister, insanca yaşamadığını, insanca yaşamamanın ne olduğunu gittiği yerlerde bağırarak değil, yaşadığı, itildiği, hırpalandığı yaşamla göstermek ister. Sadece ve sadece birileri görsün, yaşamı onlara çok görmesin ister.”

Durum böyleyken ülkeler arasında mevcut bu durumun dünya siyasetini belirleyen ülkeler tarafından ciddiyetle ele alınması ve çözüm bulunması icap ederken, maalesef özellikle İslam ülkeleri ve Batı’nın Üçüncü dünya ülkeleri diye sınıflandırdığı sömürülen bölgelerdeki binlerce insan yerlerinden ediliyor. Ülkelerin her biri birer fitne kaynağı olması hasebiyle sömürgecilik, savaşlar, mezhep- ideoloji ayrımcılığı yüzünden yaşanmaz hale getiriliyor. Ayrımcılık, ırkçı saldırılarla insanlıktan çıkarılıyorlar. Müreffeh dünya ülkeleri hal çaresi bulmak yerine onları gündelik politikalarına alet ediyorlar. Yüz yıllar boyunca ülkelerini sömürmeleri halen de ülkelerinin zenginliklerinden halkını faydalandırmadıkları için mecbur kaldıkları için göç etmek zorunda kalıyorlar. Veyahut da sömürülerinin devamı için mezhep savaşları, ayrımcılıklar ve din çatışmaları çıkartılarak ülkeleri yaşanmaz hale getiriliyor. Mültecilerin akın akın Avrupa ülkelerine ya da Amerika’ya gitmeye çalışıyorlar. Bu akınlar sırasında binlerce insan yer değiştiriyor ve ülkelerin mevcut sosyal yapıları sarsılıyor, demografik yapıları ise hızla dönüşüyor. Her biri yaşanmaz hale gelen yerlerden yaşanacak yerlere gidebileceklerini düşünerek yollara düşüyorlar, daha iyi bir hayatın düşlerini kurarak... Ancak kapılar yüzlerine kapanıyor, gidebildikleri yerlerde asgari bir insani karşılama asla olmuyor. Geçmişleri zaten acı, sıkıntı ve yokluklarla karılmış bu devasa insan topluluğunun bir gelecekleri de olmuyor.  Mülteciler üzerinden hangi acımasız politikaların devşirildiği ise henüz ciddi boyutta araştırılmadığı ortada. Sadece romanlarda başlarından geçenlerle alakalı az biraz tahmin etmemize yarayacak göndermeler var. 

Mültecilerin gitmeyi hedefledikleri ülkelere ulaştıklarını söylemek zor. Binlercesi yolda bir şekilde telef oluyor, ölüyorlar. (Ülkemizde de Ajlan bebek gibi yüreğimizi yakan nice trajik ölümlere şahit olduk.) Kapağı o ülkeye atanlar ise insanlığa yakışmayacak hakaretlerle karşılaşıyorlar. Yok sayılmaları, sınır dışı edilmeleri bir tarafa insanlık onuruna yakışmayan bir acımasızlıkla karşılaşıyorlar. İşte ülkemizde de mültecilere karşı bir kışkırtma, bir provokasyon, ırkçılık belasını hortlatacak bir ayrımcılık başlatılmış gibi sanki. 

Belki de bu provakasyonu yapanlar, yaptıranlar ve alet olanlar, mültecilere insanca yaklaşmayı bilmeyen ve yok sayan sömürgeci zihniyetli Avrupa ülkeleridir. Bu yoz ve çürük zihniyetin halkı Müslüman ülkelerde de yayılması çok daha üzücü bence. Aslında ülkemiz politikaları hiçbir ülkeyle karşılaştırılmayacak kadar insancadır ve sorumluluk göstererek mültecilere yaklaşmaktadır. Bu durumun Avrupa’nın iki yüzlü maskesini sıyırıyor olabileceğini görenler, provakatif eylemler çıkartarak, bir nevi kendilerine benzeterek “Yok birbirimizden farkımız” demek ister gibi kışkırtıyor da olabilirler. Böylece mülteciler ve geldikleri ülke halkıyla aralarında hiç silinemeyecek bir kin ve nefret ekiliyor. “Sende bu yara, bende de kuyruk acısı” diyen yılan meselesi gibi artık bu kin ve nefret sökülüp atılamıyor kolay kolay. Oysa ki her bir Avrupa ülkesi en az ülkemiz kadar sorumluluk alsa ve uygulasa devasa boyutlarda insani facialar yaşanmıyor olacaktı. Ya da mülteci veren ülkelerin durumlarının (sosyal, siyasal ve ekonomik) düzeltilmesi için BM ciddi girişimleri olsa zaten kimse ülkesini terk etmek istemeyecekti. Ancak maalesef tüm dünya da acımasız bir sınıfsal ayrımla bazı halklar gözden çıkarılıyor ve ölüme mahkûm ediliyor ister ülkesinde ister bir başka yabancı ülkede fark etmiyor. Görünen o ki sömürgeci mantığını bir türlü bırakamayan ve gittikçe insani özelliklerden sıyrılan Batılı ülkelerin bu trajediye son vermek gibi bir niyetleri yok. Böylece bir insanlık krizi yaşanıyor tüm insanlığın gözleri önünde.

Bize düşen ise hem bir insan hem bir Müslüman olarak bize yakışacak tavırlar ve davranışlar göstermektir. Ülke politikalarına sağduyulu katkılar yapabilmeli, siyasilerimizin dikkatlerini çekebilmeliyiz. Her insanda var olması gereken duyarlılığı gösterebilmeliyiz. Kişisel olarak da şöyle düşünebilmeliyiz; “Tüm bunlar insanların arasında dönüp dolaştırılan ve başına gelecek imtihanlar ise, bir gün bizlerin de başına hiç umulmadık şekilde gelebilir. Öyle bir günde bana nasıl davranılmasını istiyorsam, bugünün mültecilerine de öyle davranmalıyım.” Böyle bir ihtimalin olmadığını düşünen varsa, bir kez daha düşünsün derim. Aslında hepimiz birer mülteciyiz. Bir zamanlar köklerimiz başka ülkelerde, beldelerdeydi belki. Şimdi bu ülkede ve topraklardaysak, sonrasında nerede düşüp öleceğimiz belli bile değildir. 

İnsanlık aleminin en büyük fitnesi ırkçılıktır. Şeytanın yol güzergahı diyebileceğimiz acımasızlık, yok sayma, insan onurunu ayaklar altına alma, birbirini küçük görerek aşağılama, hak gasıpları, merhametsizlik gibi bilumum günahlarla dolu bir yoldur. Irkçılığı kendine yol seçen şeytanlaşmıştır. Zaten böyleleri nefsini, öfkesini, kibrini kendine rehber edinip şeytanla kol kola girmiştir. İnsanlıktan nasibi olanlar, dünya hayatının künhüne varanlar ve ahirette hesap vereceğinin bilincini taşıyanlar elbette demek istenenleri anlamışlardır. Rabbim ırkçılık fitnesine düşmeyen ve mülteci sorununa insanca yaklaşıp çözüme kavuşturmak isteyen akl-ı selim insanların sayısını sadece ülkemizde değil, tüm dünyada arttırsın.

YORUMLAR

  • 0 Yorum